Arşiv

İstatistik

EPL ve Motifleri

Category: 0 yorum

Fernando Torres ve Motifleri

Category: 0 yorum

EPL'de En İyi Transferler

1- Mario Balotelli (İnter'den Manchester City'e 24 milyon pound)

Transferi bazen çıkmaza girse de 24 milyon pounda tamamlandı. İnter'in sorunlu çocuğu konumundayken Manchester City'nin gol umudu olarak bakılmak üzerindeki sorumluluğu da arttırdı. Futbol hayatı bir yana, sivil hayatta da benzer olaylarla karşı karşıya geliyor. Bunun getirdiği fizik ve kondisyon sorunları sık sık yaşanabilir. Yaşı ve teşkil ettiği potansiyeli nedeniyle ligin en iyi transferi olarak görülüyor.

2- Javier Hernandez (Guadalajara'dan Manchester United'a 10 milyon pound)

Yaşına bakıldığında genç ve bir o kadar da kanıtlaması gereken şeyler olduğu açık. Community Shield'de Chelsea'ya karşı oynadığı oyun henüz takıma yeni katılmasın karşın gelecek için ümit vaad etti. Manchester United scoutları kendisini 2010 Güney Afrika Dünya Kupası öncesinde keşfetti ve 10 milyon pound gibi bir rakama imza attırdı. Belki oyuncuyu Dünya Kupası sonrası almak isteseler şu anki fiyatından 2-3 kat daha fazla miktar ödemek zorunda kalacaklardı. Rooney'in arkasında forma bulmaya çalışacaktır.

3- Stephen İreland (Manchester City'den Aston Villa'ya takas)

Aston Villa'ya James Milner'in Manchester City'e transferi sonrası takas yoluyla katıldı. Fakat 2 oyuncunun da yeteneklerini ortaya koyduğumuz zaman birbirine ayırmak kolay değil. Birkaç yıl önce İngiltere ve Manchester City adına çok yararlı işler yapabileceği konuşuluyorken, işin işine transfer çılgınlıkları ve sakatlıklar girince ilk onbir şansı giderek azalmış oldu. Kesinlikle olması gereken yere geldi. Onun için yeni bir başlangıç, Aston Villa için kazançlı bir transfer oldu.

4- Alexander Hleb (Barcelona'dan Birmingham City'e kiralık)

Eski Arsenalli Hleb bu sezonu Birmingham City'de geçirecek. 2008'de katıldığı Barcelona'da yeteneğini ortaya koyacamayınca Stuttgart'a kiralık olarak gönderildi. Birmingham için üst düzey bir transfer. Uyum sorununu atlatır ve kendisine uygun ortam yaratılırsa yeni bir yükşelişe imza atabilir.

5- Joe Cole (Chelsea'den Liverpool'a bonservisiyle)

Hiç kuşkusuz ki bonservis bedeli ödemeden böylesine yetenekli bir oyuncu transfer etmek bir başarıdır. Chelsea'de yaşadığı sakatlık boyunca 2 yıl kadar sahalardan uzak kaldı. Sezon başında Arsenal ile Liverpool arasında gidip gelirken son anda Liverpool'da karar kıldı. Unutulmamalıdır ki kendisi halâ 28 yaşında ve Liverpool'a verebileceği çok şey var. 

6- Moussa Dembele (Az Alkmar'dan Fulham'a 5 milyon pound)

Sezon başında yapılan onca ses getiren transfere oranla biraz daha sessiz sedasız gerçekleşti. Fakat ortaya koyacağı perforamansla ne kadar iyi bir kanat oyuncusu olacağını gösterecektir. İngiltere Ligi'ne alışması ve takım içerisinde kendisine yer bulması gerçek performansına ulaşmasında en önemli etkenler olarak göze çarpıyor. Henüz 23 yaşında olması da bir başka avantajı.

7- Sebastien Squillaci (Sevilla'dan Arsenal'e 3.3 milyon pound)

Sezon başında Gallas, Silvestre, Campbell gibi isimlerin ayrılmasından sonra defansa bir takviye şart gözüküyordu. Arsene Wegner'in genç oyuncu eğilimi bu transferde boy gösteremedi. 30 yaşında olması ve Avrupa'nın üst düzey liglerinden birinde futbol oynaması tecrübesine referans olacaktır. 3.3 milyon pound kendisi için gayet makul.

8- William Gallas (Arsenal'den Tottenham'a bonservisiyle)

Kendisinin sözleşmesi yaz ayında bittikten sonra Arsenal kendisini serbest bıraktı. EPL'nin en güvenilir savunmacıları arasında olmasına karşın Chelsea'den Arsenal'e geçiş yapması onu alacak takımların kafasında sorun yaratıyordu ve üstelik şimdi de bir başka Londra takımı Tottenham'a geçti. Harry Redknamp'ın defans kurgusundaki en güçlü halka olacaktır.

9- Ben Foster (Manchester United'dan Birmingham'a bonservisiyle)

Alex Ferguson'un Manchester United'ında 1. kaleci olması zordu. Nitekim Joe Hart'tan boşalan kaleci boşluğunu doldurmak arzusundaki Birmingham'a imza atmakta gecikmedi. Hart'ın kalecilik perforamansından oldukça mennun kalan kulüp yönetimi yeniden bir genç isme yönelmek istedi. İlk sezonu olmasına karşın kalecilik vasıflarını geliştirmek isteyecektir.

10- Stephen Hunt (Hull City'den Wolverhampton'a 3 milyon pound)

Wolverhampton adına son zamanların belki de en heyecan verici transferi. Hull City'deki performansıyla ligin en istikrarlı orta saha oyuncuları arasında kendine yer buldu. Mick McCarthy'nin Wolves'i için mükemmel bir seçim olarak görünüyor. Takımın bu tür oyunculara ihtiyacı var ve bu transferle beraber takım lige umut içerisinde başlayacak.

11- Craig Bellamy (Manchester City'den Cardiff City'e kiralık)

EPL'deki forvetler arasında tartışmasız saygın bir yer sahibi. Son olarak takımda yaşadığı kadro dışı kalma meselesi ve Mancini ile arasındaki sorunlar takımda daha fazla kalmasına müsade etmedi. Cardiff için kuşku yoktur ki çok iyi bir oyuncu ve onu almak için belirli bir süreçten geçtikleri de açık.

Armin Van Buuren - Mirage (2010)

10 eylül 2010 tarihinde raflarda yerini alacak olan Armin van Buuren albümü. Birkaç gün öncesinde klasikleşen torrent piyasasına çoktan düşmüş de haberim yok. Dün ben de indirdim ve bir şeyler karalamayı gerekli buldum. En nihayetinde adam 3 yıldır dünyayı sallıyor ve sallamakta, es geçmemek gerekli.

Albüm, Desiderium 207 isimli ve Susana düetli bir intro ile başlamakta. Albüm oldukça ilginç sound'lar barındırmakta. Bunu intro akabindeki ikinci parça olan ve albüme isim veren Mirage isimli parça destekler nitelikle. Parçanın ilerleyen dilimlerinde rock/metal karışımı bir sound giriyor ki oldukça sapıtmama yol açtı. Parçanın progressive havası bir anda gotik bir havaya bürününce açıkçası armin amcamıza oldukça küfürler ettim.

Not Giving Up On Love
gibi bir güzelliği var bu albümün, ama çok kısa tutulmuş, 3 dakika bile değil, extented versiyonunu isterdik açıkçası. Neyse, bu da kafi.

Full focus
'a gelelim. Parça breakdown'a gelene kadar sanki bir şeyler olacak diyorsunuz, ama breakdown ile birlikte başarısız bir sound ile karşılaşıyor ve hayal kırıklığına uğruyorsunuz (ayrıca albümün ilk tanıtılan parçası idi).

Armin ismine yakışmayan bu parçanın akabinde Winter Kills düetli Take A Moment adlı çok güzel bir parça ile gönlünüzü alıyor armin efendi. Allah'sız seni..

Sonrasında gelen Virtual Friend, Drowning, Down To Love, Coming Home gibi parçalarla güzellik sürüyor, değişik bir progressive trance havasıyla tadı damağınızda kalan parçalar görüyorsunuz. Orbion da aynı şekilde öyle ama Ferry Corsten ile yapılan ortak proje maalesef yakışmamış. Yani yeni bir Exhale olabileceğini mi düşündüler nedir, hiç beğenmedim.

Daha geniş çaplı bilgi vermek isterdim ama albümün biraz daha olmuş ya da olmamış olayını iyice sindirmek için, daha çok dinleme ile belli olacağı aşikar. Imagine albümünü bu şekilde ölçüp tarttık ve beğendik, bu albüm de öyle olabilir.

Nitekim genel olarak 5 üzerinden 3.5 verebileceğim bir albüm. Bonus tracklar ile birlikte Armada Music etiketiyle 10 eylül tarihinde raflarda yerini alacak.

Tracklist şöyle;

01. desiderium 207 (feat. susana)
02. mirage
03. this light between us (feat. christian burns)
04. not giving up on love (vs. sophie ellis bextor)
05. i don't own you
06. full focus
07. take a moment (feat. winter kills)
08. feels so good (feat. nadia ali)
09. virtual friend (feat. sophie)
10. drowning (feat. laura v)
11. down to love (feat. ana criado)
12. coming home
13. these silent hearts (feat. bt)
14. orbion
15. minack (vs. ferry corsten)
16. youtopia (feat. adam young)

sevgiler.
Category: 0 yorum

EPL'de 2010/2011 Sezonu Transferleri

ARSENAL

Gelenler: Sebastien Squillaci (Sevilla, £6.5m), Laurent Koscielny (Lorient, £10m), Marouane Chamakh (Bordeaux, free), Kyle Ebecilio (Feyenoord, free), Phillip Roberts (Norwich, free)

Gidenler: Philippe Senderos (Fulham, free), Fran Merida (Atletico Madrid, free), Mikael Silvestre (Werder Bremen, free), Sol Campbell (released), William Gallas (Tottenham, free), Francis Coquelin (Lorient, loan), Eduardo (Shakhtar Donetsk, £6m), Sol Campbell (Newcastle, free), Sanchez Watt (Leeds, loan), Jay Simpson (Hull, undisclosed)

ASTON VILLA

Gelenler: Stephen Ireland (Manchester City, part exchange)

Gidenler: James Milner (Manchester City, £26m), Andy Marshall (released), Wilfred Bouma (PSV Eindhoven, free), Marlon Harewood (Blackpool, free), Nicky Shorey (West Bromwich, undisclosed)

BIRMINGHAM

Gelenler: Enric Valles (NAC Breda, free), Ben Foster (Manchester United, £6m), Nikola Zigic (Valencia, £6m), Matt Derbyshire (Olympiakos, loan)

Gidenler: Gary McSheffrey (Coventry, free), Gregory Vignal (released), Jared Wilson (released), Lee Carsley (Coventry, free), Artur Krysiak (Exeter, free), Frank Queudrue (released), Christian Benitez (Santos Laguna, free)

BLACKBURN

Gelenler: Hugo Fernandez (Union Deportiva Cornella, undisclosed), Mame Biram Diouf (Blackburn, loan), Benjani (Manchester City, free)

Gidenler: Steven Reid (West Brom, free), Yildiray Basturk (released)

BLACKPOOL

Gelenler: Luke Varney (Derby, loan), Dekel Keinan (Maccabi Haifa, free), Craig Cathcart (Manchester United, undisclosed), Marlon Harewood (Aston Villa, free), Elliot Grandin (CSKA Sofia, undisclosed), Ludovic Sylvestre (Mlada Boleslav, undisclosed), Malaury Martin (Monaco, undisclosed)

Gidenler: Daniel Nardiello (released), Hameur Bouazza (released), Al Bangura (released), Danny Mitchley (released), Joe Martin (released), Stephen McPhee (released), Ben Burgess (Notts County, free)

BOLTON

Gelenler: Martin Petrov (Manchester City, free), Robbie Blake (Burnley, free), Marco Alonso (Real Madrid, £1.6m), Tom Eaves (Oldham, undisclosed)

Gidenler: Ricardo Vaz Te (Panionios, free), Ali Al Habsi (Wigan, loan), Nicky Hunt (Bristol City, free)

CHELSEA

Gelenler: Yossi Benayoun (Liverpool, £6m), Matej Delac (Inter Zapresic, £2.7m), Tomas Kalas (Sigma Olomouc, £5.2m), Ramires (Benfica, £18m)

Gidenler: Michael Mancienne (Wolves, loan), Joe Cole (Liverpool, free), Michael Ballack (Bayer Leverkusen, free), Juliano Belletti (Fluminese, free), Miroslav Stoch (Fenerbahce, £2.5m), Tomas Kalas (Sigma Olomouc, loan), Ryan Bertrand (Nottingham Forest, loan), Scott Sinclair (Swansea, £1m), Jack Cork (Burnley, loan), Nemanja Matic (Vitesse Arnhem, loan), Slobodan Rajkovic (Vitesse Arnhem, loan)

EVERTON

Gelenler: Joao Silva (Desportivo Das Aves, £500,000), Jan Mucha (Legia Warsaw, free), Jermaine Beckford (Leeds, free), Magaye Gueye (Strasbourg, undisclosed)

Gidenler: John Ruddy (Norwich City, free), Dan Gosling (Newcastle, free), Carlo Nash (Stoke City, free)

FULHAM

Gelenler: Rafik Halliche (Benfica, £1.3m), Moussa Dembele (AZ Alkmaar, £5m), Philippe Senderos (Arsenal, free), Jonathan Greening (West Bromwich, undisclosed), Carlos Salcido (PSV Eindhoven, undisclosed), Lauri Dalla Valle (Liverpool, undisclosed) Alex Kacaniklic (Liverpool, undisclosed

Gidenler: Chris Smalling (Manchester United, £10m), Erik Nevland (Viking, free), Elliot Omozusi (Leyton Orient, free), Christopher Buchtmann (Cologne, undisclosed), Wayne Brown (Bristol Rovers, free), Toni Kallio (released)

LIVERPOOL

Gelenler: Joe Cole (Chelsea, free), Jonjo Shelvey (Charlton, £1.7m), Milan Jovanovic (Standard Liege, free), Danny Wilson (Rangers, £5m), Christian Poulsen (Juventus, £4.5m), Brad Jones (Middlesbrough, £2.3m), Raul Meireles (Porto £11.5m), Paul Konchesky (Fulham, undislosed), Emiliano Insua (Galatasaray, loan)

Gidenler: Alberto Aquilani (Juventus, loan), David Martin (MK Dons, free), Mikel San Jose (Atletico Bilbao, undisclosed), Robbie Threlfall (Bradford, free), Yossi Benayoun (Chelsea, £6m), Albert Riera (Olympiakos, undisclosed), Krisztian Nemeth (Olympiakos, undisclosed), Diego Cavalieri (Cesena, undisclosed)

MANCHESTER CITY

Gelenler: James Milner (Aston Villa, £26m), Yaya Toure (Barcelona, £28m), Jerome Boateng (Hamburg, £10m), David Silva (Valencia, £24m), Aleksandar Kolarov (Lazio, £17m), Alex Henshall (Swindon Town, free), Albert Rusnak (MFK Kosice, undisclosed), Mario Balotelli (Inter Milan, £23m)

Gidenler: Stephen Ireland (Aston Villa, part exchange), Craig Bellamy (Cardiff, loan), Valeri Bojinov (Parma, £4.5m), Martin Petrov (Bolton, free), Benjani (Manchester City, free), Sylvinho (released), Robert Mak (Nuremberg, £500,000), Gunnar Nielsen (Tranmere, loan), Javier Garrido (Lazio, £2.5m), Vladimir Weiss (Rangers, loan), Robinho (AC Milan, undisclosed), Adam Clayton (Leed, undisclosed)

MANCHESTER UNITED

Gelenler: Chris Smalling (Fulham, £10m), Javier Hernandez (Guadalajara, £10m), Marnick Vermijl (Standard Liege, undisclosed), Bebe (Vitoria Guimaraes, £7.4m)

Gidenler: Ben Foster (Birmingham, £6m), Zoran Tosic (CSKA Moscow, £8m), Tom Heaton (Cardiff, free), Danny Drinkwater (Cardiff, loan), Danny Welbeck (Sunderland, loan), Craig Cathcart (Blackpool, undisclosed), Mame Biram Diouf (Blackburn, loan), Rodrigo Possebon (Sao Paulo, undisclosed), Tom Cleverley (Wigan, loan)

NEWCASTLE

Gelenler: Cheik Tiote (Twente, undisclosed), Dan Gosling (Newcastle, free), James Perch (Nottingham Forest, undisclosed), Sol Campbell (Arsenal, free), Hatem Ben Arfa (Marseille, loan)

Gidenler: Nicky Butt (released), Fabrice Pancrate (released), Fraser Forster (Celtic, loan)

STOKE

Gelenler: Jon Walters (Ipswich, £2.75m), Carlo Nash (Everton, free), Florent Cuvelier (Portsmouth, undisclosed), Kenwyne Jones (Sunderland, £8m), Eidur Gudjohnsen (Monaco, loan), Jermaine Pennant (Real Zaragoza, loan)

Gidenler: Andy Griffin (Reading, £250k), Steve Simonsen (Sheffield United, free), Amdy Faye (released), Diego Arismendi (Barnsley, loan), Ibrahima Sonko (Portsmouth, loan), Nathaniel Wedderburn (Northampton, free), James Beattie (Rangers, £1.5m), Carl Dickinson (Portsmouth, loan), Dave Kitson (Portsmouth)

SUNDERLAND

Gelenler: Titus Bramble (Wigan, £1m), Cristian Riveros (Cruz Azul, undisclosed), Simon Mignolet (Sint Truidense, £2m), Ahmed Al-Muhammadi (ENPPI, loan), Marcos Angeleri (Estudiantes, £2m), Danny Welbeck (Manchester United, loan), John Mensah (Lyon, loan) Asamoah Gyan (Rennes £13m)

Gidenler: Daryl Murphy (Celtic, £1.5m), Jamie Chandler (Darlington, free) Roy O'Donovan (Coventry, undisclosed), Lorik Cana (Galatasaray, £5m), Nyron Nosworthy (Sheffield United, loan), Kenwyne Jones (Stoke, £8m), Marton Fulop (Ipswich, undisclosed), Matthew Kilgallon (Middlesbrough, loan), Martyn Waghorn (Leicester, £3m)

TOTTENHAM

Gelenler: William Gallas (Arsenal, free), Sandro (Internacional, £6m), Stipe Pletikosa (Spartak Moscow, loan)

Gidenler: Jimmy Walker (released), David Button (Plymouth, loan), Adel Taarabt (QPR, £1m), John Bostock (Hull, loan)

WEST BROMWICH

Gelenler: Pablo Ibanez (Atletico Madrid, free), Gabriel Tamas (Auxerre, £800k), Steven Reid (Blackburn, free), Boaz Myhill (Hull, £1.5m), Nicky Shorey (Aston Villa, undisclosed), Peter Odemwingie (Locomotiv Moscow, £2.5m), Somen Tchoyi (Red Bull Salzburg, undisclosed), Marc Antoine Fortune (Celtic, undisclosed), Paul Scharner (Wigan, free), Craig Dawson (Rochdale, undisclosed)

Gidenler: Andwele Slory (released), Robert Koren (Hull, free), Filipe Teixeira (released), Jonathan Greening (Fulham, free), Borja Valero (Villareal, loan)

WEST HAM

Gelenler: Thomas Hitzlsperger (Lazio, free), Pablo Barrera (Pumas, £4m), Frederic Piquionne (Lyon, £1m), Tal Ben Haim (Portsmouth, loan), Winston Reid (Midtjylland. £4m), Victor Obinna (Inter Milan, loan)

Gidenler: Alessandro Diamanti (Brescia, £1.8m), Guillermo Franco (released), Ilan (released), Josh Payne (released), Fabio Daprela (Brescia, undisclosed)

WIGAN

Gelenler: James McArthur (Hamilton, £1m), Mauro Boselli (Estudiantes, £6), Ali Al Habsi (Bolton, loan), Antolin Alcaraz (Club Brugge, free), Ronnie Stam (Twente, £3m), Steven Caldwell (Burnley, free), Tom Cleverley (Manchester United, loan), Franco di Santo (Chelsea, undisclosed)

Gidenler: Titus Bramble (Sunderland, £1m), Tomasz Cywka (Derby, free), Mario Melchiot (Umm Salal, free), Paul Scharner (released), Jason Koumas (Cardiff, loan), Jason Scotland (Swansea, £750,000)

WOLVES

Gelenler: Michael Mancienne (Chelsea, loan), Jelle Van Damme (Anderlecht, £2.5m), Steven Fletcher (Burnley £6.5m), Stephen Mouyokolo (Hull, £2.5m), Stephen Hunt (Hull, £3m), Adlene Guedioura (Charleroi, £2m), Geoffrey Mujangi Bia (Charleroi, loan), Marcus Bent (Birmingham, loan)

Gidenler: Jason Shackell (Barnsley, undisclosed), Mark Little (released), Daniel Jones (released), George Friend (released), Chris Iwelumo (Burnley, undisclosed), Alan Irvine (Sheffield Wednesday, free), Andrew Surman (Norwich, £500k), Sam Vokes (Bristol City, loan), Carl Ikeme (Leicester, loan), Matt Murray (retired)

Tarihin Tozlu Sayfalarından

1961... Real tarihinin başarıyla dolup taştığı yıllardan bir kare. Sanırsınız oyuncular yataktan kalkar kalmaz maça gelmişler... Aslında bir o kadar da, sadeliği, asaleti ve gururu temsil ediyor.
Category: 0 yorum

Dans Edelim Mi?

Category: 0 yorum

Ah Şu İngilizler

Gareth Bale ve Motifleri




Category: 0 yorum

Magath'ın Çocukları

Bundesliga'da şu an itibariyle şampiyonluğun en önemli adaylarından biri haline geldiler. Kalecileri taş gibi bir isim; Manuel Neuer. Defansın göbeğinde Höwedes gibi Almanya'nın en çok potansiyel teşkil eden isminin yanına bir de Real'den Metzelder'i monte ettiler. Sol bekte geçtiğimiz sezon sıkıntı yaşadılar ve bu sezon Real Murcia'dan Escudero'yu renklerine bağladılar. Henüz 20 yaşında ve çok seri bir bek, Schalke'nin sol kulvarına işlevsellik kazandıracağından şüphe yok. Orta sahanın beyni olarak nitelendirebileceğiz bir isim, adı Galatasaray ile de anılan Jermain Jones tartışmasız defans ile forvet arasında bağdaştırıcı bir köprü olacaktır. Onun yanında Schmitz, Pliatsikas gibi orta saha tandemini oluşturabilecek genç isimler de bulunuyor. Bayern'i bir kenara koyarsak, Almanya'daki en efektif hücum hattına sahip takımlardan biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Rakitic, Baumjohan, Deac, Matip, Kenia yaş ortalaması oldukça düşük olmasına rağmen Bundesliga'nın havasını bilen, Schalke'de ilk onbir için tartıya konulduklarında birbirinden ayırması zor isimler. Forvet hattını konuşmaya gerek olmasa da kısaca üzerinden geçebiliriz. Bir yanda Real Madrid efsanesi, yıllarca takımının gol yükünü çekmiş, Şampiyonlar Ligi ve Real Madrid'in en fazla gol atan oyuncusu; Raul. Öbür yandan genç yaşta attığı gollerle adını duyurmuş, Real Madrid, Milan gibi kulüplerin formasını giymiş; Huntelaar. Bir de rotasyon için önemli ve aynı zamanda kanat oyuncusu olarak da oynayabilen; Farfan. Takımın patronu geldiği her takıma gözle görüler katkılar yapmış, 3. kaleciyi Almanya'nın ve ülkesinin en iyi kalecilerinden yapmış, orta sahada çok da sıçrama yapmamış bir futbolcuyu Bundesliga'da MVP yapmış bir isim; Felix Magath... Taraftar potansiyeli de işin işine girdiğinde bu sezon başta Bayern'in iktidarını elden almak üzere, avrupa'da ciddi işler yapabilecek seviyede ve kapasitedeler.

Fak Of

Mascherano Camp Nou'da

Liverpool'dan sancılı bir şekilde ayrıldı fakat Barcelona'ya ''Etekleri zil çalar'' bir vaziyette geldi. Kulübü onu yalan söylemekle suçladı, Avrupa Ligi ön eleme maçlarında forma giymek istemedi, Roh Hodgson'a bir başkaldırma söz konusuydu işin özeti. Bu tür sıkıntılar karşısında tekrardan Liverpool formasını sırtına geçirmesi beklenmiyordu ve beklenen oldu diyebiliriz. Barcelona kendisini 22 milyon pound karşılığında kadrosuna kattı. Transferi geçtiğimiz sezon bitebilirdi fakat Xabi Alonso'nun takımdan ayrılması kendisine binecek yükü arttırdı. Barcelona, bir bakıma 26 milyon pound'a Manchester City'e yolladığı Yaya Toure'nin boşluğunu doldurdu. Onun da son durumu hakkında çok olumlu şeyler söylemek zor. Belli bir uyum süresi vardır elbette fakat, son Sunderland maçında bir şeylerin iyi gitmediği açıkca ortadaydı.

Barcelona'da Thierry Henry'den boşalan 14 numarayı sırtına geçirecek. Pep Guardio'nın Xavi, İniesta, Busquets üçlüsünden oluşan orta saha tandeminde kendine yer bulabilir mi Barcelona'nın ayağa pas futbolunun akışını bozar mı? Ofansif açıdan ne kadar yeterli? Disiplinsizlikleri takım içerisinde sorun yaratır mı? Fabregas'a alternatif olarak düşünlüyordu aslında fakat kalitesinden şüphe edilemez. Ortada henüz tazeliğini koruyan bir İbrahimovic örneği varken, inci eleyip sık dokunarak alınmıştır elbette. Barcelona'nın bu sezon yaptığı son transferdi. David Villa ve Adriano'nun ardından takıma katılan son oyuncu olması en azından bu transfer döneminde Barcelona sularında yaşanacak haberlerin son bulmasını sağlayacaktır.

Kısa Keselim Oyun Havası Olsun...

Öncelikle Eskişehirspor galibiyetiyle birlikte ne takımdaki tüm sorunların silindiğini, ne de katlanıp devam edeceğini söylemek zor. Son 20-30 yılın en kötü lig başlangıcını yapmışsınız, Avrupa'da yoksunuz, oyuncular arasındaki takımdaşlık olgusu ve oyuncuların hocaya olan güveni zedelenmiş... 

Şu ortamda takımdan güzel futbol beklemek yanlış olur. Rijkaard'ın eline bu sezon eksik malzeme verildi ve kendisinden bu malzemenin üstünden şeyler yapması beklendi. Hatırlayalım geçtiğimiz sezonu... Keita, Kewell, Arda, Baros, Elano + yerli oyuncuların form durumu, geçtiğimiz sezon alınan kötü sonuçlar ve Rijkaard gibi dünyaca ünlü bir ismin kulübede oturması... Bütün bunlar takımın Türkiye ve Avrupa'da sezona adeta fırtına gibi başlamasına neden olmuştu.

Peki şimdi düşündüğümüzde bir kulüp 2 sezonda akla kara misali değişmiş olabilir mi? Ya da bu neyin göstergesidir. Bunun adı ''Stratejisizlik''tir. Yönetimden başlayan bu sorun, geçtiğimiz sezon Mart ayından itibaren büyüyerek ve etkisini arttırarak kulübün içine doğru yayılmaya başladı. Emin olun ki şu durumda bile ''Halâ zamanımız var. Galatasaray için en iyisini alacağız'' demeye cesaret eden yöneticilerimiz var. Yahu sen Avrupa'da yoksun, ligde kötü denebilecek bir başlangıç yapmışsın şu saatten sonra alacağın oyuncuyla anca taraftarla alay etmiş olursun.Olaya kötü yönünden baktığımızda bunları söylemek zor değil, hatta daha ağırları söylemek mümkün fakat çare, çözüm bulmadıktan sonra onun da bir anlamı kalmıyor malesef.

Adnan Polat bir sonraki kongrede gene ''Riva, Türk Telekom, Şirket'' diyecek belki de bizler gene ''Aaa, bravo yaa'' diyeceğiz ama artık bu taraftar bazı gerçekleri görmeye başladı. Misal Türk futbolcularla, yabancı futbolcular arasındaki anlam veremediğim sorunlar. Aslında sorun da demek istemiyorum fakat adını bulamadığım için sorun olarak geçiştirmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta Galatasaray Bursaspor ile oynadı. Eski Trabzonsporlu Hüseyin, şu an Galatasaray'da oynayan oyuncular arasında kimsenin aldığı paradan, oynadığı futboldan şikayet etmediği Kewell'a küfürler yağdırıyor, saldırıyor fakat Galatasaraylı futbolcular özellikle yerliler çıkıpta ''Şşşt.. Noluyo birader'' diyemiyor. Çünkü kendine güveni yok ki nasıl başkasını savunsun. Biliyor ki, rakip takım oyuncusu kendisinden daha güçlü, futbola daha aç...

Takımın kötü gidişini Rijkaard'a bağlamak da doğru değil. Sonuçta o tek başına gelmedi buraya. Yanında yardımcı antrenörü ve kondisyonerleriyle birlikte geldi. Eğer suçlayacaksanız tüm teknik kadrodan söz edin ya da Rijkaard'ı rahat bırakın. Bu adam elindeki kadrodaki o kadar sakat, o kadar formsuz oyuncuya rağmen belirli bir felsefe oturtmaya çalışıyor. En azından bunu deniyor, o da biliyor ki tutmayacak ama şu anda yapabileceği tek şey bu. Adam kalkıp da Neeskens ile beraber oynayacak değil. İşin taktik/teknik varyasyonlarını oyunculara aktramak dışında başka bir görevi de yok, olmamalı da zaten.

Türk oyuncular ile yabancılar arasındaki uyumsuzluk için Adnan Polat'ın güvendiği isim Abdurrahim Albayrak yani; Apo Abi... Taraftarlığıyla, sempatik Ercan kişiliyle gönüllere taht kurmuş bir abimizdir. Galatasaraylılığını gönülden yaşayan ender kişilerdendir. Takıma profesyonel futbolda adını koyamayacağımız ''Ağabey'' rolüyle gelmesi planlanıyor. Ben de diyorum ki. Türk futbolunun lokomotifi, milyonlara mâl olmuş, koskoca Galatasaray Futbol Takımı başarısızlıktan sıyrılmak adına illa ki bir ''Ağabey''e ihtiyaç duyacak kadar küçülemez, küçülmemeli... Galatasaray'ı bu kadar sefilleştirecek bir hamle olmamalıdır. Avrupa'da örneği var bunun elbette. Fakat Türkiye'de olmaz... Rijkaard'a bu olayı nasıl açıklayacaksınız? Bir kere hiçbir teknik adam takımını tanımadığı etmediği birine teslim etmek istemez. Bu ''Modern Futbol''a uzak ülkelerde yaşanacak bir durumdur. Bir kere sorunları yazdık mı sonu gelmeyecek gibi hissediyorum. Neyse kısa kesilim oyun havası olsun...

Category: 0 yorum

Göçükten Gün Yüzüne

2010 Dünya Kupası çok yönden akılda kalır bir organizasyondu. Özellikle İngiltere adına Almanya maçında atılan gol sayılsaydı bugün farklı şeyler konuşuyor olabilirdik. Belki de o gol hem Almanya'nın final oynamasına ve aynı zamanda mazilerin hesaplaşmasına neden oldu. İngiltere, 2010 Dünya Kupası'na beklediğimiz damgayı vuramadı. Herkes, İngiltere Ligi'ndeki Manchester, Arsenal, Chelsea, Liverpool vs takımların oynadığı göze hoş gelen ve modern futbolu İngiltere Milli Takımı'nın oynamasını beklerken karşılarında top çevirmekte zorlanan oyuncuları gördüler. Tabii bu şartlarda başarı gelmesi sadece mucizelere kalmıştı, o da olmayınca malum adam Capello kurban seçildi. Oynattığı futbolun ''Çağ Dışı'' olduğunu, İngiltere Milli Takımı'nı çalıştıracak kapasitede olmadığı söyleyenler 2010 Dünya Kupası sonrası seslerini biraz daha fazla duyurdu. Kendisi 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası sonrası görevini bırakacak. Medyadan gelen baskının da etkisiyle biraz da zorunluluktan bir takım olguların yıkılması gerekiyordu. Kendisi Lampard ve John Terry'i eleme maçları kadrosuna almadı. Scott Carson, Matthew Upson ve Joleon Lescott kadroya çağrılan isimler oldu. Aslında bu tür bir değişikliğin takım olgusunu yeniden kazanmak adına yapılması gerekiyordu.

Şiirler Söyleyerek Gica'yı Anmak

"Bir insanın oynadığı futbol az-çok karakterinden izler taşır." derdi bir arkadaşım. 

Mesela Taffarel'in futbolu; ortamın en neşeli, şen şakrak adamının, ciddi bir meselede, şaşırtıcı bir şekilde olgun laflar etmesine benzer. Kaptan'ın futbolu, mahallenin en cesur abisinin karşı mahalleyle kavgaya en önde gitmesine benzer, Suat'ınki sabahın altısında işe kalkan bir emekçinin yorulmaz ifadesine... Hakan Şükür sınıfın duygusal, ağlak ama çalışkan çocuğu gibidir, kafası rahat olduğu sürece yüz üzerinden doksan dokuz başarısızlıktır onun için...

Hasan Şaş'ın futbolu kavga etmeye benzer. Arda'nınki aşka... 




Hagi'nin futbolu... şiire benzer. Bir şairin şiirine... En sıradan, her gün alelade şeylermiş gibi kullandığımız kelimeler, o şairlerin kaleminde, edebi bir büyüyle şiir oluverir ve siz şiirin o büyülü haşmetinin karşısında, sadece "vay anasını!" diyebilirsiniz. 

Hagi mürekkebi ter olan kalemiyle, en güzel aşk ve kavga şiirlerini, en estetik şekliyle gönlümüze nakşetti ve gitti. O'ndan bize geriye kalan videolarda hatırlanan golleri karşısında "vay anasını!" nidası... bir de her sevdadan geriye kalan tabii ki... 

"Mağlubiyete ağlamayan, futbolcu olamaz." 

Vay anasını..!

Hakan Balta ve Yönetim Zafiyetleri

1983 yılının 23 Mart günü Berlin'de doğmuş. Hakan Balta hikayesinin en önemli cümlesi bu işte: "Berlin'de doğmuş."

Galatasaray Ukrayna'dan dönerken, Hakan Balta'nın yüz ifadesini gördüm bir haber videosunda. O andan beri kendisine ettiğim kötü lafların pişmanlığını hissederken yüreğimde; diğer yandan da kuvvetli bir merak duyuyorum: Bu adamı bu hale getiren ne?

1 aydır her Galatasaray maçında, tamamiyle konsantrasyon eksikliğine bağlı hatalar yapıyor Hakan Balta. Şimdi ilk cümleye geri dönme zamanı: "Berlin'de doğmuş." Alman mental altyapısını almış bir adam Hakan Balta... Milli takımda sol bek için hiç tartışmasız birinci tercih Hakan Balta... Euro 2008'in kahramanlarından Hakan Balta... Soğukkanlı Hakan Balta, güven veren Hakan Balta... Bu özellikleri haiz bir adamın, sahada kendinde olmaması fevkelade anormal bir durum.

Bu adamla alakalı, muhtemelen gayet insani, büyük bir problem olduğunu tahmin ediyorum. Tabii bu tür, performansını etkileyen problemleri çözmek, birinci dereceden Hakan Balta'nın vazifesi; tabii yeterince profesyonel ve işine saygılı bir adamsa... Ama burada meselenin bir de öbür yüzü var. Yönetim zafiyeti...

Birincisi; eğer sizin sözleşmeli futbolcunuz, 1 ay boyunca konsantrasyon problemi yaşıyorsa ve siz bunu çözemiyorsanız, bu kulübün futbol şubesinde, futbolcuların psikolojik durumlarıyla ilgilenen kimse, onunla ilgili tasarrufta bulunmanız gerekir. Eğer Galatasaray kulübünde böyle bir görev tanımı yoksa da, zaten kapatalım kepenkleri..!

İkincisi de; siz Hakan Balta'yı kendi mevkiisinde alternatifsiz bırakırsanız, bu düşük performansa müstehaksınız demektir. Eh, ondan sonra da, transferin bitimine 30 saat kalmışken harıl harıl sol bek ararsınız.
Category: 6 yorum

24 Saat

Transferde son 24 saate girmişken Avrupa'da tranfer haberleri hız kesmiyor. Milan, İbrahimovic'i Barcelona'dan 24 milyon euro satın alma opsiyonuyla beraber kiralamışken bir yandan da gözünü Robinho'ya dikmiş durumda. Milan'ın sahibi Silvio Berlusconi ''Transfer sezonu bitmeden bir oyuncuyu daha kadromuza katmak istiyoruz. Robinho'yu alabiliriz fakat bu sadece bizim vereceğimiz karara bağlı değil. Oyuncunun kulübüyle de anlaşmamız gerekiyor'' diyor ve transferin henüz bir netlik kazanmadığını da ekliyor. Milan'da gelecek oyuncular kadar gideceklerin de durumu henüz netlik kazanmış değil. İbrahimovic'in gelmesiyle forvet hattının zenginleştiği bir gerçek fakat, Pato, İnzaghi, Huntelaar gibi isimlerin yanında Borriello'nun şans bulması çok zor. Kendisi de ''İbrahimovic'in takıma katılması gücümüze güç kattı. Fakat, geleceğimi düşünmem gerekir'' açıklamasını yaptı. Juventus'un, Borriello'yu kadrosuna katmak istediği İtalya basınında geçerliliğini koruyor. Forvet hattında şans bulması muhtemel fakat gene de belirsizliğini koruyan bir başka isim de Huntelaar. Schalke, kendisiyle ilgileniyor. Milan'ın oyuncuyu 13 milyon euro'dan düşük bir rakama bırakması zor gözüküyor. Magath'ın forvet hattında çeşitlilik yaratmak istemesi bu transferde önemli bir yer alıyor.

Londra Geceleri

İngiltere'de Balotelli'nin Audi A8'iyle kaza yapması sonrası bir olay daha patlak verdi. İngiltere ve Arsenal'in genç yıldızı Jack Wilshere, geçtiğimiz günlerde bir gece kulübü çıkışında çıkan tartışmaya ortak oldu ve polis tarafından tutuklanarak gözaltına alındı. Olayın görgü tanıkları ''Kız Kavgası'' olduğunu iddaa ediyor. Ayrıca olay esnasında Jack'in yanındaki kız arkadaşının kolu kırılmış. 18 yaşındaki bir genç için çok normal bir durum olmasına karşın, potansiyel yıldız adayı olarak lanse edilen bir oyuncuya kıyasla profesyonellik dışı bir olay. Arsene Wenger'in bu tür olaylara karşı ne kadar duyarlı olduğu ve Jack'e karşı özel bir ilgisi olduğu da biliniyor. Neyse ki yeterli delil bulunamaması sonucu arkadaşlarıyla beraber serbest bırakılmış. Çok yetenekli bir oyuncu gerçekten, fakat bazen saha içerisinde ve saha dışında olmadık işlere karışabiliyor.

Blackburn 1 - 2 Arsenal

4-3-3 düzeninde Van Persie(10) ve Chamakh(29)'ın birbirine yakın oynadıklarını görüyoruz. Aynı zamanda Fabregas(4)'ın orta alandaki yüksek koşu ve bitirici ara paslarıyla Arsenal pozisyon derinliği yaratmakta zorlanmadı.

Maçtan önce çok kez konuşuldu, Arsenal'in nasıl Blackburn yarı sahasında pozisyon bulabileceği ve uzun toplarla çıkışlarda başarılı olup olmayacağağı. Fakat Arsenal rahat bir galibiyet aldı. Defansta fazla zorluk çekmedi ve yediği 1 gole rağmen attığı 2 golle maçtan galip ayrıldı.

Fabregas'ın dönüşünün Van Persie'nin oyunu nasıl etkileyeceği merak konusuydu. Önceki 2 maçta 4-2-3-1 dizilişiyle sahaya çıkan Arsenal'in Fabregas'la beraber oyun yapısında bir düzelme bekleniyordu. Gerçekten de Fabregas'ın dönüşü hem Van Persie'nin hem de Arsenal'in oyununa olumlu katkı yaptı. Persie, Blackburn defansının kendine çekmek ve Fabregas'a orta alanda boşluk yaratmak adına sık sık ikili mücadelelere girdi. 

Van Persie, 35. dakikadan sonra gerçek kimliğine büründü diyebiliriz. Oyunu Walcott'un üzerine kurmak amacıyla rakip bek ve merkez defans oyuncularını kendine çekti. Böylece Walcott'un pozisyon bulması kolaylaştırılmış oldu. Bu tür varyasyonlar 4-3-3 oynayan takımların oyununu kolaylaştırır ve Walcott gibi rakip kaleye çok hızlı hareketlenen bir oyuncu için golü kolaylaştırır.


Arsenal, önceki 2 maçta olduğu gibi bu karşılaşmada da savunmasınıda herhangi bir problem yaşamadı. Hatta, Arsenal'in şu dönem baz alındığında en kusursuz bölgesinin defans olduğunu söylemek yanlış olmaz. Blackburn, savunmada topu şişirerek oynama stretejisi içerisindeydi fakat Arsenal topun yere inmesiyle beraber sahibi olmaya başardı. Bu bakımdan orta sahadaki etkinliği bu şekilde referans edebiliriz. Almunia, kalede güven veren bir görüntü çizdi. Blackburn'un kısır ataklarında kaleyi başarıyla korudu. Koscienly ve Vermaalen hava toplarında çok etkiliydiler. Vermaalen'in pas yüzdeleri çok yüksek, bu da Arsenal'in oyunu geriden kurmasını sağlayan temel etkenlerden. Song orta saha ile defans arasındaki köprü görevini başarıyla yerine getirdi birkaç hücum varyasyonunu da başlatan isim oldu.


Arsenal, hava toplarında rakibine göre çok daha üstündü. Oranlara baktığımızda Arsenal %55, Blackburn %45 gibi gözükse de topu olumlu kullanma adına Arsenal'in daha efektif göründüğünün altını çizmek gerekir. Bu da Arsenal'in ileriki maçlar adına oyunda kalmasını sağlayacak etkenlerden biri olarak görünüyor.

Başlangıç || Eskişehirspor 1 - 3 Galatasaray

Galatasaray için çok önemli bir maçtı bu. Mutlak suretle kazanılması gereken, galibiyetten başka alternatifi olmayan bir karşılaşmaydı. Ligde ikide sıfır ile başlamak, Avrupa'dan henüz ağustos ayında elenmek ve ruhsuz futbol, gerek taraftarı gerekse teknik heyet ve yönetimin bir hayli canını sıkıyordu...

Maç enteresan başladı. Henüz 4. dakikada sahalarda ender görülen bir hata yaptı Ivesa. Normal şartlarda öyle bir riski almaması gerekirdi bir kalecinin. Ivesa, bu riski aldı ve karşılığını anında gördü. Galatasaray'ın gol kralı Milan Baros'un böyle bir pozisyonu affetmesi olanaksızdı. Galatasaray, deyim yerindeyse 1-0 önde başlıyordu maça. İlk yarım saat kendine güveni olan takım gibi oynadılar. Kendinden emin, sakince pas yapmaya çalışan ve sabırlı bir görünüm verdiler. Sonra ise ne oldu bilinmez birden bocalamaya başladılar. Önce Sezer'in harika vuruşunu Ufuk aynı güzellikte kurtardı. Hemen 1-2 dakika içinde de Tello'nun orta-şut karışımı vuruşunda Ufuk, topu yumruklamak yerine tutmayı seçti. Tabii başarısız olup elinden kaçırdı. Eskişehirspor 1-1'lik skoru yakalamıştı. İlk yarı bu sonuçla bitti.

İkinci yarıya değişiklik yaparak başladı Galatasaray. Elano'nun yerine Aydın oyundaydı. Bunda sanıyorum ki Eskişehirspor'un sol kanadının oldukça boş aynı zamanda güçsüz olması ve Elano'nun henüz hazır olmaması etkendi. İlk yarıda birkaç kez sağ kanattan etkili olmaya çalışmıştı Galatasaray. Aydın'ı bu kulvarda kullanmaya çalışacaklardı. 1-1 sonuçlanan Lviv maçında gol atması, morallenmesi Serdar Özkan yerine seçilmesinde etkili olabilirdi. Zira bana göre Aydın son bir şansı hakediyor. Henüz çok geç kalınmış değil. Neyse, dedik ya Galatasaray'ın kazanması lazımdı. Dakikalar 63'ü gösterirken Barış oyundan alınıp, Lorik Cana oyuna dâhil oldu. Galatasaray orta sahası daha dinçleşmişti. Lorik Cana, kendini çok belli etmese de takım üzerinde oldukça etkili bir isim. Gizli kahraman. Bunu ilerleyen haftalarda çok daha net görebileceğiz zannediyorum. Cana gireli henüz 4-5 dakika olduktan sonra Galatasaray 2-1 öne geçti. Kaptan'ın çabası golü getirdi. Gol, belki Volkan Yaman'a yazıldı ama tabii Arda'nın. Galatasaray, yeni öne geçmişken 3-1 oldu skor. Servet atmıştı. Baros'un direkten dönen topunu tamamlamıştı. Golden sonra yaşanan o sevinç yumağı bütün Galatasaraylıların görmek istedikleri tabloydu. 3-1'den sonra başka gol olmayınca Galatasaray ligteki ilk galibiyetini, belalısı Eskişehirspor'dan, Eskişehir'de alıyordu.

Maçtan sonra Arda Turan'ın tribünlere gidip formasını atması ve üçlü çektirmesi dün akşamı Galatasaraylılar için ayrı bir güzel ve önemli kılmıştı. Elbette bu galibiyet bütün sorunların çözümü değil ama en azından bir pansuman. Yaranın en yakın zamanda kapanması dileğiyle...

Sunderland - Manchester City

İngiltere'de haftanın en kritik maçlarından biri. Sunderland, Steve Bruce yönetiminde ilk 10'u zorlayacak bir takım yaratma peşinde. Fakat, şu ana kadar istenilen sonuçları almış değiller. İlk maçta Birmingham ile kendi sahasında 2-2 beraber kaldı ve son maçta W.B.A karşısında deplasmanda 1-0 mağlup ayrıldılar. Manchester City tarafında işlerin yolunda olduğunu söyleyebiliriz. Lige Tottenham beraberliğiyle başladılar ve geçtiğimiz hafta Liverpool'u kendi sahalarında 3-0 gibi farklı bir skorlar geçtiler. Sunderland, her şeye rağmen lige kötü başlamış değil, City karşısında en azından bir beraberlik arayacaklardır. City ise gol yollarındaki etkili isimlerinin arkasına sığınıp defansta fazla açık vermemeye çalışacaktır. Her şeye rağmen M. City galibiyete daha yakın taraf olarak duruyor.

Stadyum:  Stadium of Light

Saat:  17.00

Geçtiğimiz Sezon: Sunderland: 1 Manchester City: 1

Hakem: M. Dean

Oranlar: Sunderland: 3.5 Beraberlik: 3.10 Manchester City: 1.70

SUNDERLAND

Yedekler: Carson, Ferdinand, Da Silva, Reid, Riveros, Colback, Zenden, Waghorn, Welbeck

Oynaması Şüpheli
: Yok

Sakat: McCartney, Mensah, Gordon, Meyler 

Kadro Dışı: Yok

Form Durumu: BY

Kart Durumu: Sarı Kart: 5 Kırmızı Kart: 1

Golcü İsimler: Bent (1 Kez)

MANCHESTER CİTY

Yedekler: Given, Balotelli, Zabaleta, Boyata, Vieira, Silva, Ibrahim, Nimely, Wright-Phillips, Adebayor, Jô, Boateng

Oynaması Şüpheli:  Balotelli, Boateng

Sakat:  Bridge, M Johnson, Kolarov

Kadro Dışı: Yok

Form Durumu: BG

Kart Durumu: Sarı Kart: 3 Kırmızı Kart: 0

Golcü İsimler: Tevez (2 Kez)

Detaylar

  • 1938'den bu yana iki takım arasında oynanan 56 karşılaşma da golsüz berabera bitmedi. Tüm beraberlikle gollü oldu.
  • Carlos Tevez, Manchester City adına son 12 lig maçındaki 22 golde ya gol att ya da asist yaptı. 
  • Sunderland'de 2009 Aralık sonunda itibaren golleri sadece Bent, Campbell, Jones ve Zenden attı.

Eskişehirspor - Galatasaray

Eskişehirspor da Galatasaray gibi lige iyi başlamadı, 1 beraberlik 1 mağlubiyet. (Galatasaray 2 mağlubiyetle başlamıştı) Geçen sezon bu statta Galatasaray'ı nasıl yendikleri hala akıllardadır. Gerçekten talihsiz bir maçtı ve zeminin büyük payı vardı yenilgide Galatasaray açısından. Şimdi duyduğum kadarıyla zemin düzeltilmiş. Bu önemli Galatasaray açısından. Eskişehir açısından ise dezavantaj. Çünkü onların istediği yerden ve tekniğe dayalı bir oyun değil, tam tersi havadan uzun toplarla Batuhan'ı hedefleyip onun indirdiği ve tuttuğu toplarla gol aramak. Bu açıdan onların bir dezavantajı sayılabilecek bir durum. Öbür yandan ben Galatasaray'ın bir nebze olsun toparlanacağını düşünüyorum. Art arda bu kadar kötü sonuç olmaz. Ya beraberlik ya da Galatasaray galibiyeti diyorum. %50 - %50.

Stadyum: Eskişehir Atatürk Stadı

Saat: 22.00

Geçtiğimiz Sezon: Eskişehirspor 2-1 Galatasaray

Maçın Hakemi: Kuddusi Müftüoğlu

Oranlar: Eskişehirspor : 2.90 Beraberlik : 3.00 Galatasaray : 1.90

Muhtemeler 11'ler:

Eskişehirspor: İvesa, Koray, Nadareviç, Vucko, Volkan, Erkan, Doğa, Pele, Sezer, Jaycee, Batuhan

Galatasaray: Ufuk, Ali Turan, Neill, Servet, Hakan Balta, Mustafa, Ayhan, Cana, Arda, Serdar, Baros

K.Ç. Karabükspor - Beşiktaş

Karabükspor lige 1 galibiyet 1 mağlubiyet ile başladı. Geçen seneden iyi bir takım görüntüsü kalsa da hafızlarda, bence onlar için çok da iyi bir sezon beklemiyor ufukta. Ha, küme düşmeden dururlar bu ligde. Ancak daha fazlası değil. Beşiktaş çok iyi bir takım olma yolunda gidiyor. Gerçekten bu sene çok iş yapacaktır bu takım. Ancak Rijkaard'ın başına gelenler Schuster'in başına da gelebilir. Sistem konusunda Rijkaard'ın yaptığını yapmak yerine daha yumuşak bir esneklikle sistem kurgulamalı. Bu maç konusundaki tek şüphem o, eğer Beşiktaş galibiyet dışında bir sonuç alırsa -ki düşük bir ihtimal- muhtemelen bunun nedeni bildiğimiz Anadolu takımı klasiklerinden ve/veya sisteminden taviz vermeyen Avrupalı hocanın tercihinden kaynaklanır.

Stadyum: Dr.Necmettin Şeyhoğlu Stadı

Saat: 20.00

Geçtiğimiz Sezon: -

Maçın Hakemi: Tolga Özkalfa

Oranlar: K.spor : 3.90 Beraberlik : 3:40 Beşiktaş : 1.55

Muhtemel 11'ler:

K.Ç Karabükspor: Tomiç, Seriç, Kerim, Deumi, Mehmet Çoğum, Şenol, Ferdi Elmas, Tozo, Hakan Söyler, Cernat ve Emenike

Beşiktaş: Cenk-Ekrem, Zapotocny, İbrahim Toraman, İbrahim Üzülmez-Ernst, Necip, Hilbert, Quaresma, Guti, Bobo

Fenerbahçe - Manisaspor

Aynı zamanda oranlardan da görülebileceği gibi Fenerbahçe bu maçın favorisi. Manisaspor üst üste 2 mağlubiyetle lige çok kötü bir başlangıç yaptı. Onlar için işler hiç de iyi gitmiyor. Her ne kadar seyircisiz olsa da maçın Kadıköy'de olması Fenerbahçe için ayrı bir avantaj. Bunun yanında ben Fenerbahçe'nin gittikçe yükselen bir ivmeyle lige Avrupa hüsranından sonra devam edeceğini düşünüyorum. Çok iyi transferler yapıldı, çok büyük paralar harcandı. Boşa harcandığı da söylenemez pek . Alex'in önderliğindeki hücum hattıyla Fenerbahçe'den bol gollü bir galibiyet bekliyorum

Stadyum: Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadı (Seyircisiz)

Saat: 20.00

Geçtiğimiz Sezon: Fenerbahçe 2-1 Manisaspor

Maçın Hakemi: Halis Özkahya

Oranlar: Fenerbahçe: 1.10 Beraberlik: 5.50 Manisaspor: 9.50

Muhtemel 11'ler: 

Fenerbahçe: Ertuğrul (Mert-Volkan), Bekir, Lugano, Bilica, Caner, M.Topuz, Emre, Cristian ,Stoch, Alex, Niang

Manisaspor: İlker, Ömer Aysan, Dixon, Burak, Momha, Yiğit İ., Semavi, Nizamettin, Gökhan E., Isaac, Kahe   

İlk Vukuat

25 milyon sterlin eder mi etmez mi tartışılır. Hatta profesyonel bir oyuncu olmadığını da söyleyebilirsiniz. Dün bu sözlere referans olabilecek bir olay yaşandı. Altındaki Audi A8'iyle bir Bmw'ye çarptı. Kazada yaralanma, ölüm kalım yok. Arabalarda hasarın büyük olduğu söyleniyor. Balotelli için sorun olmaz belki de, olan güzelim Bmw'ye oldu... Şaka bir yana, bu onun İngiltere'deki futbol dışındaki yaşamı hakkında bizlerin nelere tanık olabileceğine bir delalettir. İtalya'da çoğu kez bu tür olaylarla gündemi geldi ve Mourinho'nun gazabından kurtulamadı. Mancini'nin elindeki kadroda Tevez ve Adebayor'lu forvet hattında şans bulması zor görünüyor.

Galatasaray'daki Hadiseler Vol.2

Futbolcular ana başlığı altından analize devam edelim.

Türk futbolcuların sisteme yatkın olmayışından bahsetmiştik. Aslında bu çok büyük bir başlık oluyor. Yani Arsenal'deki Manchester United'daki Real Madrid'teki bir sürü futbolcu da Total Futbol sistemine uymaz. Demek istediğim bu çok basitleştirilmiş bir ifade. Çok kolay bir çözümleme. Ve bu yüzden eksik , yetersiz bir çözümleme. Bunun bir derecelendirmesi olması gerekir. Biz de bunu irdeleyeceğiz.

Galatasaray'daki türk futbolcuların sisteme uymamazlığından öte daha önemli sorunları var. Bu sorunlar, yukarıda bahsettiğim derecelendirmede bu futbolcuları sisteme uyumluluk konusunda en alt derecelere kadar indirgiyor. Şöyle ki;

Türkiye'de futbolun altyapı kısmı diye birşey yok maalesef. Galatasaray dahil olmak üzere hiçbir takımın altyapısında gerçek bir futbol eğitimi verilmiyor. Ve bu yüzden futbolcularımızı Avrupa'ya ihraç etme konusunda büyük sıkıntılarımız mevcut.

Normal ve gerçek bir altyapı akademisinde futbolcunun gerekli mental teknik ve fiziksel gelişimini sağlamak için son derece yoğun bir eğitim programı olması gerekir. Lisanslı ve gerçekten eğitmenlik yeteneği olan koçların bu işi yapması gerekir. Hatta büyük bir sistem takımına oyuncu yetiştirilmek isteniyorsa bunun çok daha ötesinde bu bir okul haline getirilmelidir, tıpkı Barcelona altyapı akademisi La Masia gibi.

Hadi bunu geçtim, çünkü bu çok uç örnek, benim bahsettiğim tabanlarda birşey. O yüzden bu vehameti açıklamak için tavanı örnek göstermeye de gerek yok hani.

Şöyle açayım. Türkiye'deki altyapılarda asla yetiştirici bir felsefe bulunmuyor. Küçük yaş gruplarında bile olsa tamamiyle yarıştırmayı hedefleyen bir felsefe mevcut. Yani sistem, taktik gibi konuları öğrenmektense anı kurtarmaya yönelik, yarışmaları kazanmaya yönelik bir bakış açısı var. Örneğin Türkiye U-17 takımı zamanında 2005 U17 şampiyonasında ikinci olmuştu yanılmıyorsam. Şu Erkan Ferin'li Tevfik Köse'li kadro. O kadrodan çıkıp da bugün bir yerlere gelebilen var mı? Yok. Uçak uçak gezip şampiyonalara katılmaktan hiçbir eğitsel faaliyet uygulanamamıştı, oyuncuları geliştirme babında hiçbir elle tutulur çalışma yapılamamıştı. Ve bu yüzden o tayfanın hepsi fiziksiz, çelimsiz oyuncular.

Extensor blog'da çok kere okumuştum. Avrupa ülkelerindeki takımların altyapılarında, kaleciye savunmacıya ayrı ayrı her gün saatlerce uzun top çalıştırması yaptırılıyormuş. Örneğin tek dokunuşla sağa sola ortaya 100'er 200'er defa top attırılıyormuş. Bu neyi geliştirir peki? Defans oyuncusunun baskı altındayken hata yapmadan topu takım arkadaşına aktarabilmesini sağlar. Yani bizim sıkıntısını çektiğimiz defanstan top çıkarma olayı. Ve Avrupa'daki futbolcular bunu 15-16 yaşında öğreniyor. Sizce Emre Güngör'ler, Servet Çetin'ler Egemen Korkmaz'lar o çalışmaları yapmış olsaydı bugün böyle olurlar mıydı?

Bu ve bunun giib bir sürü şey yazılabilir çizilebilir. Örneğin Türkiye'deki altyapılarda bildiğim kadarıyla ayrı bir defans koçu bile yok. Ya bunu İngilizce'ye Almanca'ya çevirip yabancı bloglarda yayınlasak adamlar kaba etleriyle gülerler .

Düşünsenize, Türkiye'deki altyapılarda oyunculara maç yaptırılmaktan başka bir eğitim verilmiyor. Yani bu şunun gibi bir şey, öğretmen derste x konusunu anlatmıyor , sonra da olduğunuz sınavlarda bu soruları yapamaya yapamaya öğrenmenizi istiyor... Akıl mantık alır mı böyle bir şeyi? Sallamaktan başka bir çareniz olur mu sınavda? Sınavdan sonra öğrenmiş olur musunuz o x konusunu?

Ama bizim klüplerimiz antrenörlerimiz bunu görmüyorlar işte. Varsa yoksa "haydi aslanım, haydi koçum" futbolu, doldur-boşalt varyasyonları... Hiçbir eğitsel uygulama, yetiştirici mantalite yer bulamıyor Türkiye'de. Altyapılarda durum böyle.

Hal böyleyken, siz Servet Çetin'den Sabri Sarıoğlu'ndan Mustafa Sarp'tan Total Futbol oynamalarını nasıl bekleyebilirsiniz? Yani Rijkaard'ın gelip de 25-30 yaşlarına gelmiş futbolculara futbolu en baştan öğretmesini nasıl bekleyebiliriz? O bahsettiğim öğretmen şimdi çıkıp size ilkokulda tam öğrenmediğiniz konuları anlatmaya kalksa sonuç ne olur? "Hüsran" değil mi ?...

Buradan devam etmek dileğiyle iyi geceler herkese...
Category: 0 yorum

Misimovic Transferi ?!..

Muhtemelen bundan sonra Galatasaray'da forma giyecek, Münih doğumlu, Bosna'lı, 28 yaşındaki futbolcu.

Evet Galatasaray'a transfer olmuştur. ( yüksek ihtimalle) Muhtemelen 7-8 milyon avro karşılığında. Evet transfer ama nasıl bir transfer? Ne getirir ne götürür, ne kazandırır ne kaybettirir, doğru mudur yanlış mıdır ? vs vs...

Aslında bu tarz analizleri transfer gerçekleşmeden önce yazmak daha doğru olandır... Hesapta öyle , ama ben şimdi öyle yapmıyorum. Transferden sonra bir analiz yapıyorum. neden mi? Nedeni basit, bu transferin olabileceğine inanmak istemedim. İlgilenmiyorlardır diye umdum. Ama değilmiş, maalesef doğruymuş. (yani büyük ihtimal)

Maalesef diyorum. Niye ama ?
Bi nedeni var elbet. Ve biz de bu nedeni açıklayacağız.

Öncelikle takımın oynayacağı sisteme dizilişe düzene bir bakalım.

Galatasaray'ın klasiklerinin geleneklerinin belirginleştiği olgunlaştığı dönemden beri, bu takımın oyun yapısı ağırlıklı olarak hücum karakterli bir şekle şemale sahip.
Yani öncelikli olarak hücumu, atağı düşünen bir düstur söz konusu. Savunmadan daha ağırlıklı olarak hücum...

Ve bu şekilde ofansif mantaliteye sahip takımlar çokça mevcuttur dünya üzerinde, bilhassa büyük takımların tercih ettiği benimsediği bir oyun yapısıdır. Barcelona, Real Madrid, Manchester United, Arsenal vs vs.

Ağırlıklı olarak hücum dedik, büyükler bunu tercih ediyor dedik. Peki küçükler mal mı niye onlar hücum ağırlıklı oyun yapısı seçmiyorlar tercih etmiyorlar da öncelikli olarak savunmayı düşünüyorlar? Veya neden büyük takımlar ağırlıklı olarak hücumu düşünen oyun mantalitesine haiz takımlar oluyor genel itibariyle?

Şöyle bir cevap verilebilir.

Futbolda defans yapmak hücum yapmaktan daha kolay bir olaydır. Daha kolay derken daha az yetenek gerektiren daha çok kişinin yapabileceği bir iştir demek istiyorum.
Futbol teknik bir oyundur. Yani daha doğrusu futbolun tekniksel yönü topla alakalı olan ve fiziksel yapıdan daha bağımsız bir olgudur. Yetenek dediğimiz şey işte, dribbling, şut, kafa, top tekniği vs. gibi kavramları içeren şeyin adı her neyse. Futbolun defans yönünde bu tarz tekniksel melekelerden ziyade fiziksel özellikler daha ön plandadır. Bu yüzden teknik olarak kalitesi düşük takımlar - yani küçük takımlar oluyor bu-, diğerine oranla daha iyi yapabildiği şeyi, yani hücumdan ziyade defansı uyguluyor ana düşünce olarak. Dolayısıyla da teknik yönden kaliteli takımlar - yani büyük takımlar oluyor bu-, daha iyi yapabildiği şeyi, yani defanstan ziyade hücum futbolunu tercih ediyor. Zaten defans yapan bir küçük takıma karşı siz de defans yaparsanız ne çıkar ki ortaya? Saçma sapan bişey olur , kimse bir üstünlük sağlayamaz. Sonuç olarak da oynanan futbolun bir anlamı kalmaz.

Galatasaray da kendi karakteristik özelliklerini hücum futbolu yönünde şekillendirmiş bir klüp. Yani büyük olmak isteyenlerden. "İstemek" diyorum buraya dikkat.

Dikkat diyorum, çünkü Rijkaard'lı Galatasaray da bunun peşinde. Hücum ağırlıklı bir oyun oynatılmak isteniyor. Bu minvalde de takımın belli diziliş sayıları var. Bahsettiğim şu;

Galatasaray, Rijkaard ve sözde devrim operasyonunun simge kavramlarından biri olan 4-3-3 dizilişiyle oynamayı amaçlıyor. 4-3-3 dizilişi... Nedir bu diziliş?

sağ bek-------------------stoper----------------------stoper----------------sol bek

-------------------------------------ön libero-------------------------
---------------------------merkez o. s.--------------merkez o. s.-----------

-sağ forvet( veya ofansif orta saha)---------------------------------------- sol forvet( veya ofansif orta saha)
---------------------------------merkez forvet------------------------

4-3-3 'ün asıl esprisi bu diziliş tam anlamıyla uygulandığı vakit vardır. Ve bizde hedeflenen de bu dizilişe tam manasıyla geçebilmektir. Tabi sözde hedef....

Bu dizilişi uygulayan takımın asıl amacı(çok kez),(veya Galatasaray'da amaçlanan) ağırlıklı olarak olarak hücumu düşünen bir futbol anlayışıdır.

Mesela Barcelona... Bilirsiniz Barcelona'nın hücum futbolu anlayışını.

İleri geri gidip gelen iki bek (Dani Alves, Maxwell, Adriano), standart sayılabilecek bir tandem ( Puyol, Milito, Pique vs.), yaratıcı sayılabilecek bir ön libero( Yaya Toure vardı, Rafa Marquez), çift yönlü bir orta saha(Busquets), bir oyun kurucu ( Xavi, İniesta), içeri kat eden iki kenar forveti ( Messi, Henry, D. Villa, Bojan, Pedro), ve bir merkez forvet ( İbra) .

Barcelona bu sistemle çok iyi bir hücum takımı rolüne bürünüyor, hatta bu konuda açık ara dünyanın en iyisi. Fakat savunma yönünden standardın altında bir performansı var Barça'nın. Daha doğrusu olması gerekenin altında. Nedeni şu, ofansif oyuncu sayısının çokluğu, ve bu oyuncuların savunma yönünün nispeten zayıf oluşu( Xavi, Messi, İbra, Henry, İniesta) ( bunları sayıyorum çünkü bir 11 kurulduğunda bu adamlar aynı anda sahada olabiliyor ve zaten böyle olduğunda bahsedilen savunma zaafiyeti ortaya çıkıyor.). Yani kısmen bir dengesizlik söz konusu.

Şimdi dönelim bakalım Galatasaray'a.

Çok uzadı bu yazı o yüzden daha dikine paslarla daha kısa sürede sonuca gitmeye başlıyorum şimdi.

Misimovic'ten sonra başka bir transfer yapılmadığını farz ediyoruz( çünkü yüzde 99.999.... öyle olacak).

İki durum çıkıyor ortaya.

1) Elano ve Misimovic'in olduğu bir orta üçlü.

2) Elano'nun gönderildiği, Misimovic'in tek başına oyun kuruculuğu üstlendiği orta üçlü

1'den başlıyorum ( tabi yani öyle olsun bi zahmet di mi) ( biliyorumm ama belirtmek için işte)

İdeal 11'de orta üçlü şöyle bir hal alacaktır;

-----------Lorik Cana--------
Elano----------------Misimovic

not: Elano takımda olduğu sürece orta üçlüde yer alacaktır zira kendisi asla kanat oyuncusu değildir, hiç olmamıştır, Brezilya milli takımındaki 4-3-2-1 sisteminde 3 lünün sağ tarafında oynamıştır sadece, ama orası gerçek bir kanatın gerektirdiği ve Elano'da olmayan özelliklerin (hız, dribbling, denge, güç) pek de önemli olmadığı bir yer olduğu için Elano gayet iyi bir performans göstermiştir.

İleri üçlü de ofansif oyunculardan oluşacağı için Barcelona'da bahsettiğim defans-hücum dengesizliği problemiyle biz de en sağlamından karşı karşıya kalırız/kalacağız. Zira Lorik Cana'nın temposu çok yüksek bir oyuncu olmamasının yanı sıra Elano ve Misimovic savunma yönü sıfıra yakın futbolcular, Xavi- İniesta 'dan bile kat kat daha düşük bir savunma yönü olan adamlardır. bu yüzden orta üçlünün savunma direnci dibe vuracaktır. Bu da demek oluyor ki zaten sıçışlarda gezen bir geri dörtlüye sahip takımımız defansif olarak iyice göçecek... Bu da demek oluyor ki ligdeki derbi maçlarında, geri kalan büyük maçlarda orta saha yol geçen hanı gibi olacak...

...

2'ye geçelim..

-----Cana-----
Barış(veya mustafa veya ayhan)----Misimovic

Ahan da böyle bir orta üçlümüz olacak o zaman da. Ama ondan önce şöyle bir şey var;

Eğer Elano gönderiliyorsa bu transferin anlamı şudur, "Elano'nun yerine adam alıyos arkadaş".

Ne kadar mantıklı? Ne kadar akıl karı? Elano geldiğinde , hem de misimovic'ten 1 ay falan daha erken geldiğinde, hayvan gibi uyum sorumu çekmedi mi? Misimovic'in çekmeyeceğini nasıl garanti ediyorsun?

Onu geçtim, Elano alışmış takımına, dünya kupası psikolojisini atlatmış, arkadaşları onu tanıyor, o arkadaşlarını tanıyor. Hal böyleyken Elano'nun yerine gelecek adamın ya uyum olarak bir sorun çekmeyeceğinin bir garanti belgesi falan olmalı ( ve en az elano kadar kaliteli olmalı) ya da Pirlo , Xavi gibi 1. sınıf adam olmalı, olmalı ki transferin bi anlamı olsun.

Aksi takdirde saçmalığın dik alasıdır bu transfer. Göz boyama, taraftar kandırma, pollyanna uyutma , durum geçiştirme safsatalarından öteye gidemez.


Ama dediğim gibi, Misimovic'i çok iyi bilmiyorum, yani uyum sorunu çekmeyeceğinin bir garanti belgesi olup olmadığını bilmiyorum. Ve bi de bunun yanında Elano'nun başka birtakım sıkınıtları var olabilir, bizim bilmediğimiz. Hatta ben bildiğimizden örnek vereyim, misal Elano insiyatif almaktan çekinen, sorumluluk alma konusunda sıkıntıları olan, biraz pasif bir adam. Bu yüzden oyun kurucu mevkinde düşünülmüyor olabilir. Ha bir de ben başka bir transfer daha olmayacağını farz ederek yazdım, düşük bir ihtimal de olsa başka bir transfer olabilir. Örneğin böyle bir transfer olur da çift yönlü (box to box değil) bir oyuncu takıma alınırsa, o zaman eyvallah derim. Ama son birkaç günde olacak iş değil maalesef...

Manchester United - West Ham United

West Ham ilk 2 maçını kaybetti ve 6 gol yedi. Manchester'ın son 2 maçta 1 galibiyet 1 de beraberliği var. Geçtiğimiz hafta Fulham karşısında 2-2'lik ayrıldılar. Takım iç saha maçlarında seyirci ve ''Büyük Takım'' olmanın verdiği özgüvenle bir şekilde işi idare etse de, deplasmanda işler Ferguson'un istediği gibi gitmiyor. Bunun da temel sebebi yaşanan sakatlıklar. West Ham için sezon iyi başlamadı. İlk hafta Aston Villa'ya deplasmanda 3-0'lık sonuçla boyun eğmesi ve geçtiğimiz hafta kendisi sahasında Bolton'a 1-3 mağlup olması taraftarı endişelendiriyor. Manchester United kendi seyircisinin önünde en azından galibiyet almayı başaracaktır.  

Stadyum: Old Trafford

Saat: 19:30

Geçtiğimiz Sezon: Manchester United: 3 West Ham: 0

Hakem: M. Clattenburg

Oranlar: Manchester United: 1.05 Beraberlik: 6.25 West Ham: 12.50

MANCHESTER UNİTED

Yedekler: Kuszczak, Brown, Rafael, Gibson, Giggs, Obertan, Park, Neville, Hernández, Smalling, Ferdinand, Fábio, Carrick, Owen, C Evans, Anderson

Oynaması Şüpheli: Anderson, Ferdinand

Sakat: Hargreaves

Kadro Dışı: Yok

Form Durumu: GB

Kart Durumu: Sarı Kart: 4 Kırmızı Kart: 0

Golcü İsimler: Berbatov, Fletcher, Giggs, Scholes (1 Kez)

WEST HAM

Yedekler: Stech, Ben Haim, Gabbidon, Boa Morte, Barrera, McCarthy, Spector, Sears, Da Costa, Stanislas, Daprelà, Piquionne, Obinna, Nouble

Oynaması Şüpheli: McCarthy, Upson 

Sakat: Behrami, Hitzlsperger, Hines, Collison, Kurucz 

Kadro Dışı: Yok

Form Durumu: YY

Kart Durumu: Sarı Kart: 4 Kırmızı Kart: 0

Golcü İsimler: Noble (1 Kez)

Detaylar
  • Manchester United, evinde oynadığı son 12 karşılaşmanın 11'ini kazandı ve 3.25 gol ortalamasına sahip.
  • West Ham lige 2 mağlubiyetle başladı.
  • West Ham, son 5 Old Trafford maçında sadece 1 gol attı ve 14 gol yedi.

Devir Teslim Töreni

Transferde son 2 güne girilirken Türkiye'de olduğu gibi, Avrupa'da benzer transfer haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Sezon başından itibaren Liverpool ile bağlarının koptuğunu ima edici açıklamalar yapan Mascherano 20 milyon sterlin karşılığında Barcelona'ya 4 yıllık imza attı. Daha önce Poulsen ile orta sahadaki boşluğu bir bakıma dolduran Liverpool bu sefer de Porto'dan Raul Meireles'i dün gece geç saatlerde kadrosuna kattı. Bonservisi 10.7 milyon sterlin... Bu tür, orta sahada yüksek koşu ve mücadele gücüne sahip, aynı zamanda teknik bir oyuncu için makul bir rakam diyebiliriz. Kuşkusuz Roy Hodgson'un oyuncuyu transfer etmek için Dünya Kupası perforamansını referans almıştır. Sözleşme süresi 2 yıllık, Meireles ise henüz 27 yaşında. Mascherano'ya göre oyun içerisinde daha pasif kalsa da, takım savunmasına gözle görülür bir katkı yapacaktır.

Galatasaray'daki Hadiseler Vol.1

Galatasaray son yıllarda hiç olmadığı kadar büyük bir hayal kırıklığı, büyük bir çöküş içerisinde. Son yıllar dediğim, 2003-2004 sezonundan sonraki dönemden bahsediyorum. Aslında bazıları son 10 yılın en kötü döneminin bu olduğundan bahsediyor ama hayır bana kalırsa 2003-2004 sezonu daha büyük travmalar içeren daha karanlık bir sezondu.

Ne olursa olsun, Galatasaray tarihine yakışmayacak, Galatasaray kültürüne Galatasaraylılığa çok uzak bir dönemden geçiyoruz an itibariyle. Bakın kötü sonuçlar olur futbolda, kötü performanslar kötü skorlar olabilir, neticede bu bir spordur, insanların yaptığı bir spor. Robotların , makinelerin veya uzaylıların sporu değil. Bu yüzden performans düşüklükleri olabilir, elbette olacaktır. Ama problem bu değil. Galatasaray'da kelimenin tam anlamıyla bir hedefsizlik söz konusu. Vizyonsuzluk, istikrarsızlık. Bu aslında biraz yönetime giriyor o yüzden ben şöyle diyeyim, oyuncularda çok büyük bir isteksizlik, çok büyük bir motivasyon düşüklüğü, çok büyük bir mücadele eksikliği var. Formanın hakkını verememe durumu yani. Galatasaray dediğimizde aklımıza gelen o kültürün tam aksi bir durum, asaletin, Galatasaray ruhunun tam karşıtı bir durum. Problem bu.

Haziran 2009'da Galatasaray yönetimi devrim operasyonu adı altında Frank Rijkaard'ı takımın başına getiriyor. Adı, şanı saygınlığı çok üst düzey bir hoca, teknik direktör. Total Futbol'un, Rinus Michels'in müritlerinden.

Camiada umutlar çok büyük, beklentiler had safhada. Bir Barcelonalaşma furyası olayı var. Çoğunluğun beklentisi, takım bir süre sonra Total Futbol oynamaya başlayacak, Barcelona gibi olacak, rakipleri çatur çutur ezecek vs vs. Kimileri bunun birkaç haftada gerçekleşmesini bekliyordu, kimileri bu devrimin yıllar süreceğini biliyordu. Hatta çoğunluk takıma ve teknik direktöre uzun süre sabır edilmesi konusunda hemfikirdi. Nitekim bu vaatleri de gerçekle örtüştü ve bugün hala Rijkaard'ın arkasında duran bir çoğunluk söz konusu.

Takım devrimin ilk sezonuna hızlı başladı. UEFA ön elemeleriyle erken başlayan sezonda gelene gidene 4-5 tane atılıyordu, farklı galibiyetler elde ediliyordu. Bir kısım kitle devrimin bu kadar kısa sürede gerçekleştiğine bile inanmıştı. Haksız da değillerdi hani, çok yüksek topla oynama oranları, tavan pas yüzdeleri, 4 farklı 5 farklı hatta 6 farklı galibiyetler... Bunlar vardı 09/10'un başlarında...

Lakin sezonun devamında bir daha hiç bu kadar iyi olunamadı. İlk puan kayıplarından itibaren teknik direktör başta olmak üzere eleştirilere tam gaz başlandı. Deplasmandaki Atletico beraberliği ve içerideki şaibeli (hakemin ve Caner efendinin büyük hataları nedeniyle) Atletico maçındaki tur umudu dışında sezonda elle tutulur hiçbirşey yoktu. Takım ligi 3. bitirdi. Basbayağı başarısızlıktı bu. (aslında devrim adına gelecek vaadeden gelişmeler olsaydı pek başarısızlık sayılmazdı ama daha sonra yazacağım şeylerde görüleceği üzere takım hiçbir şekilde gelişme kaydedememişti ve geleceğe dair hiçbir şey umut edilemiyordu)

Bu süre zarfı içerisinde teknik direktöre en çok destek veren taraf Galatasaray taraftarlarıydı. Fenerbahçe medyasının takımı yıpratma uğraşlarının aksine teknik direktörün arkasındaydı.

Derken yeni bir sezon , yeni umutlar vardı artık camianın önünde. Mart'ta tekrar başkanlığa seçilen Adnan Polat'ın vaatleri büyüktü, teknik direktörün arkasında durulacak, takıma yakışır transferler yapılacak, yeni sezonda herşey çok daha iyi olacaktı.

Olmadı ama...

Takım 09/10 sezonundan çok daha kötü bir tabloyla karşı karşıyaydı. Gerekli transferler yapılmamış, üzerine takımın en önemli bir-iki oyuncusu gönderilmiş, ve teknik direktör dımdızlak ortada bırakılmıştı.

1'i iç sahada olmak üzere takım lige 2 mağlubiyetle başlamıştı. Üstüne üstlük Ali Sami Yen'de berabere kaldığı zayıf rakibe karşı bile turu zora sokmuştu Galatasaray. Neyse ki ikinci maçta farklı bir galibiyet elde edildi de son eleme turuna kalınıldı.

Lakin kötü senaryo gerçek olmuştu. Yine ilk ayağı Sami Yen'de beraberlikle sonuçlanan eleme turu Avrupa Ligi umutlarını deplasman maçına bırakmıştı. Ve fakat en kötü ihtimal gerçekleşiyordu. Sonuç olarak takım turu ve Avrupa biletini deplasmanda bırakıyordu.

...


...

Şöyle bir özet olsun diye yazdım bunları, arkada neler bırakmışız diye , sık sık ona baka baka üzerinden hareket ederek analizlerimize başlayalım.

Sorunu 3 ana başlık altında incelemeyi planlıyorum. Teknik heyet, futbolcular ve yönetim. Bu ana temalar üzerinden detaylara girerek arada ekstra olarak bazı farklı konularda da yazarak bir süre burada olmayı planlıyorum.

Oyunculardan başlayalım şimdi.

Oyuncular ve takımın gidişatı hakkındaki sorunları bir arada konuşuyorsak başta Türk futbolcuları ele almalıyız. Sorun asıl olarak burada çünkü.

Takıma yapılan eleştirilerin oyuncular boyutunda olanları, genel olarak takımdaki futbolcuların oynatılmak istenen sistemin parçaları olamayacak türden oldukları yönünde. Evet, kısmen doğru. Hatta büyük oranda doğru. Ama sonuçta şöyle bir olay var. Dünya üzerinde total futbolu hakkıyla oynayabilecek oyuncu kalitesine sahip tek bir takım var zaten. (tabii ki Barcelona) Neyse buraya sonra bir daha döneceğiz.

Türk oyuncular diyorduk. Türk oyuncular bu sistemle olabilecek en zıt şekilde "ters" bir oyun yapısına sahip. Tamamiyle sert futbola, anti-futbola, fiziksel yönlü futbola kayan bir oyun mantalitesi olan futbolcular. (yine tabi bazı istisnalar hariç) Şimdi bu da bir çözümlemedir. Ama karşı çıkıldığı zaman da karşı tarafın pek de haksız sayılamayacağı bir durum. (hani deniliyor ya "sanki bizi yenen Anadolu takımlarının oyuncu kaliteleri bizden daha iyiy a.q." ) Zira şöyle bir durum var;

Evet takım total futbol oynuyor, futbolun teknik yönüne dayalı bir oyun anlayışı benimsenmeye çalışılıyor. Ve burada da türk futbolcuların bana yatkın olmaması sorunu ortaya çıkıyor. Ama bakın, örneğin Barcelona'da bunu görebilirsiniz,; total futbol oynayan bir takımın en önemli gereksinimlerinden biri de hücum-prestir, mücadele gücü ve dayanıklılıktır. Yani Rijkaard'ın oynatmayı istediği sistemde zaten futbolcuların aynı zamanda çok koşması, mücadele etmesi gerekiyor.

Peki ya Türk futbolcular maçlarda sadece oyunun teknik yönünden pas yapma yönünden mi eleştiriliyor? Koskocaman bir "hayır". Türk futbolcular aynı zamanda normalde sahip oldukları mücadele gücünden, dayanıklılıktan çok uzaktalar 1 yılı aşkın süredir. Bu ne demek? O bildiğimiz türk futbolcuların karakteristiği, sahip oldukları özellikler, oynadıkları sistemin önemli gereksinimi olduğu halde sahada sergilenmiyor. Buna nasıl bir karşıt görüş ortaya koyulabilecek peki?

Koyulamaz bence. Çünkü Türk futbolcular iş ahlakının gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmiyorlar, sistem seçiyorlar hoca seçiyorlar. Otoriter bir hoca olmayınca illa ki suistimal ediyorlar. Yapabileceklerini de yapmıyorlar.

Onun dışında Türk futbolcuların bir takım bazı eksiklikleri, yetersizlikleri, eleştirilecek noktaları daha var. Ama bu yazıyı burada noktalayalım. Zira bir yerde bitirmek gerekiyor yoksa gerisini de yazmak lazım. O yüzden bir sonraki yazıda devam edeceğiz bu noktadan. İyi günler herkese...
Category: 0 yorum

İzleyiciler