Girizgâh için söyleyecek fazla söz yok açıkcası. Maçın temposu, iki takım da gol yollarında sıkıntı yaşaması, maçı izleyenleri sıkıntıya sürekledi.
Beşiktaş'ın maça çift forvet ile başlaması, benim için sürpriz oldu. Rakip takım klasik Çek futbolu oynamaya çalışan, atmaktan çok yememeye konsantre olmuş bir görüntü çizdi. Nihat ve Nobre'nin formsuzluğu, Quaresma ve Hilbert ikilisinin yetersiz ve besleyici olmayan kanat bindirmeleri Beşiktaş'ın gole gitmesini zorlaştıran nedenlerin başında geliyor.
Quaresma birçok kişi için Beşiktaş ve Türk Futbolu'nun gördüğü en büyük yabancı futbolculardan biri. Fakat, şu ana kadar Lincoln vari hareketler yapmaktan öteye geçemedi. Takıma faydalı olmaktan çok ''İki topuk pası yapıp, günü kurtarayım'' havasındaydı. Fizik olarak ikili mücadeleleri kaldıracak kapasitede değil.
Defansta Ferrari'nin olmayışı, Beşiktaş için ''Alarm'' sinyalleri verdi. İbrahim Toraman'ın Sivok ile uyumsuzluğu çok açık. Burada Schuster'e bir parantez açalım. Oynatmak istedği futbolu Getafe ve Real Madrid dönemlerin az çok bilen biri olarak, Ferrari'yi kadroya almamasına anlam veremedim.Schuster'in oyun planında en önemli mevkii defanstır. Geriden oyunu başlatmak 1. prensip, göbekteki ikilinin uyumu 2.prensiptir. Beşiktaş'ta oynayan/oynayacak ikilerin birbirleriyle uyumu ne kadar kısa sürerse, Schuster oynatmak istediği sistem o kadar hızlı ve düzenli oturur. Bu doğrultuda İbrahim Toraman tercihi bana göre yanlıştı. Rakip takım, Beşiktaş'ın bu açığını farketmiş olacak ki, sürekli defanstaki ikilinin arasına adam gönderdi ve ciddi pozisyonlar yakaladı.
İbrahim Üzülmez ve Erhan Güven, şu sistemde çok yetersiz kalıyor. İbrahim tecrübesiyle bir şekilde işi kurtarsa da, Erhan için bunu söylemek doğru olmaz. Ona dair, bek oynadığı sürece söyleyecek olumlu bir şey bulamadım ve galiba bulamayacağım. Geçtiğimiz sezon Antalyaspor'a kiralık verildi. Mehmet hoca kendisini defansın ortasında oynattı ve bek performansının üzerine çıktı. Kendisi için göbeğe çekilmesi daha doğru olabilir. Ofansa katkısı Beşiktaş gibi üst düzey bir takım için yerlerde sürünüyorken ve mevkiisi için ağır bir oyuncuyken, göbeğe çekilmesi daha mantıklı gibi duruyor. İbrahim Üzülmez, yaşının ve fiziğinin eskisi gibi diri ve mücadeleyi kaldıracak güçte olmadığı için yerini yavaş yavaş İsmail Köybaşı'na bıracak gibi duruyor.
Ernst, Beşiktaş adına defansif yönden takıma katkı sağlayan tek orta saha oyuncusuydu. Partneri Fink'i o kadar aradı ki, bir zaman sonra dayanamadı ve arkadaşlarına ''Geri gelin'' diye işaret yaptı. Şu anki sistemde 4-4-2'nin defansa dönük tek ismi olarak gözüküyor. Tabii, Schuster'in sistemin oturdukça takım oyunu da aynı şekilde üst seviyeye çıkacaktır. Fakat, bu maç için Beşiktaş ciddi bir uyarı almıştır.
1.5 yılda çocuk olsa yürümeye başlar. Delgado, yavaş yavaş eski formuna kavuşuyor. 2008-2009 sezonu başındaki performansıyla zirve yaptı ve o dönem Avrupa'ya da gidebilirdi. Gitmemeyi tercih etti ya da teklif gelmedi, malesef talihsiz sakatlığın kurbanı oldu. Beşiktaş, Delgado'nun sakatlığına rağmen o sezonu Yusuf ile tamamlamış ve şampiyon olmuştu. Şu sistemde Guti'nin arkasında yedek bekleyecek gibi görünse de, yeterli forma şansı bulduğu takdirde önemli bir rotasyon oyuncusu olacaktır. En azından Guti'nin yaşayabileceği sakatlık, kart cezası vs durumlarda, Schuster'in elinde önemli bir koz olacaktır.
Hilbert, Stuttgart'ta oynadığı dönemden itibaren takip ettiği bir oyuncu. Stuttgart'ın son şampiyonluğunda önemli bir paya sahip. Beşiktaş'ta 4-4-2'nin sağında görev alıyor olmasına rağmen, aslında kendisi tam bir kanat oyuncusu değildir. Bir kanat oyuncusundan bindirme yapmasını, orta açmasını beklersiniz, Hilbert daha çok işin kaleye yönelme kısmında görev alıyor. Schuster, eğer sistemini değiştirmezse Beşiktaş adına çokca asist yapacaktır. Quaresma'nın diğer kanatta yeterince bindirme ve orta yapacağı herkesin ortak kanısıdır zaten.
Nihat, hazırlık maçlarında gösterdiği performasla, geçtiğimiz sezon yaşadığı baskıyı üzerinden atmış görünü verdi. Son vuruşlarda daha soğukkanlı ve akılcı davrandı. Beşiktaş'ta asla tek forvet olarak başarılı olamaz. Geçtiğimiz sezon çoğu maç tek forvet başladı ve sonuç hüsran oldu. Schuster, Nobre ile beraber kendisi çift forvet olarak sahaya sürdü. O bölge için Carew tarzı bir oyuncu gerekiyor. Gol atmaktan çok, Nihat'a/Bobo'ya servis yapabilecek bir oyuncu. Bu sorun Beşiktaş'ın gol yollarındaki en büyük sıkıntılarından biri. Nobre için fazla söze gerek yok. Geçtiğimiz sezon 1 gol atmış gibi oynuyor, şaşırdım..(!)
Beşiktaş, turu geçti demek yanlış olmaz. En azından kendi seyircisi önünde, tatmin edici bir futboldan çok, galibiyet almak isteyecektir. Sezon başlarında takımlardan üst düzey futbol beklemek yanlış. Barcelona'yı şu haliyle asla izlemem. Hatta Turgutlu Belediyespor'un maçına tercih dahi etmem. Guti ve yapılacak transfer takıma ne kadar sürede katırlırsa, Schuster oynatmak istediği oyun planı o kadar hızlı reaksiyon verir. Büyük futbol oynamak için, büyük oyunculara ihtiyaç vardır. Skora aldanmak istemiyorum, fakat oynanan oyun beni tatmin etmedi. Umarım sadece bu maça özgü bir durum olarak kalır.
Skor Değil, Mühim Olan Oyun: Galatasaray:2 OFK Belgrad:2
Surrealist Adam
Bu sezonun ilk resmi maçı olmasına rağmen, taraftar maça fazla ilgi göstermedi. Rakibin gücüne güvenip ''Nasıl olsa kazanırız'' yanılgısına kapılanlar, maçı evde izlemeyi tercih etti ve böyle düşünenlerin sayısa oldukça fazlaydı.
Rakibin gücü kısıtlı. Sadece defans yapmaya çalışan, bulduğu kontra ataklarla gol bulmayı düşünen bir takım. Zaten teknik direktörleri de maç öncesi bunu doğrular nitelikte açıklamalar yaptı.
Galatasaray'da Dünya Kupası'ndan kalma Elano ve sakatlıkları devam eden Gökhan Zan, Aydın Yılmaz, Milan Baros gibi isimler kadroda yoktu. Elano'nun durumu belirsizliğini korurken, takımda kalacağı neredeyse kesinleşti. Bu vakte kadar beklenmesinin sebebi de ''Bir teklif gelir de satarız'' düşüncesiydi. Teklif gelmeyince mecburen takımda kaldı.
Maça ilk onbirde sahaya başlayacak isimler açıklandığında, karşılaşmayı takip edenlerin büyük çoğunluğu Mustafa Sarp, Barış Özbek ve Ayhan Akman üçlüsünün, Galatasaray'ın oynadığı/oynamak istediği sisteme uygun olmadığı kanısındaydı. Bu, bir bakıma haklı bir serzenişti. Sonuçta, taraftara geçtiğimiz sezon çoğu maçta ''Ah, vah'' çektiren bu üçlüydü. Fakat kimse söyleyemez ki ''Koşmuyor, pres yapmıyorlar''.
Barış'ın bugüne kadar Galatasaray'da tutunabilmesi, forma şansı bulabilmesi tamamen bitmek, tükenmek bilmeyen koşu ve pres gücüne dayanıyor.
Mustafa Sarp iyi bir rotasyon oyuncusudur. Kimse ona ''Ofansta yeterli değil, top tekniği yok'' diye eleştiri yapamaz. Çünkü Galatasaray'a gelirken bu meziyetleri biliniyordu ve buna rağmen alındı. Ondan sadece orta sahayı geçmek isteyen rakip takım oyuncunu müdafa etmesi ve yeri geldiğinde ileri uç elemanlarına servisi yapması bekleniyor. Bunu da Allah güç, kudret verdikce yapacak bir oyuncu.
Ayhan Akman, yıllardır ofansa olumlu katkı yapabilen ''Türk'' oyuncu sınıfından faydalanıyor, bu şekilde halâ üst seviyede kalıyordu. 2008 şampiyonluğunda yaptığı katkıyı kabul etmeyecek biri yoktur. Fakat artık yaş kemalê eriyor. Fiziksel olarak bu seviyede maç yapmaya vücudu müsade etmiyor.
Bu maçtaki kaleci seçimi gösteriyor ki; Rijkaard Ufuk'a güvenmiyor. Gece hayatına düşkün olduğu dedikodusu var fakat sadece dedikodu olarak kalması tek dileğim. Altay'da forma giydiği dönemden itibaren takip ettiğim ve performansıyla takdir ettiğim ender Türk kalecilerinden. Galatasaray gibi üst düzey bir takımın 1. kalecisi olma fırsatını eline geçirmişken böylesine profesyonellik dışı bir hareket yapacağına aklım ve mantığım el vermiyor.
Aykut'un iyi bir kaleci olduğundan hiçbir şüphem yok. Türkiye'de her kulübün almak isteyeceği, bunun yanında ''Türk'' statüsünde bir kaleci. Fakat özgüveni yetersiz. Bir kaleci, rakip takım oyuncusuyla karşı karşıya kaldığında, oyuncunun üzerine doğru geldiğini fark ettiğinde cesurca ileriye çıkabilmeli, gerekirse sonucunuda penaltı da yaptırabilmelidir. Her şeye rağmen hak vermiyor değilim. Bu yıl kendisinin Galatasaray'daki 8. sezonu ve onlarca teknik adamın değişmesine rağmen kendisi ''Yedek kaleci'' statüsünden bir türlü çıkamadı. Belki de çıkarılamadı.
Galatasaray'ın son 13 sezonuna baktığımızda en çok verim aldığı 2 kaleci de yabancı. Bu doğrultuda, takımın başına gelen teknik adam üzerine fazladan baskı almak istemiyor ve direk yabancı kaleci istiyor, hele ki teknik adam yabancıysa. Kendisine güvenildiğinde bu güveni boş çıkarmayan bir kaleci. 2008 şampiyonluğun ligin 2. yarısında formayı kapmış ve kırılma anlarında çok iyi performanslar sergilemişti. Kendisine güvenilmesi kanâtindeyim.
Bekler konusunda çok acımasız konuşmak, oyuncuları ilk maçtan yargılamak istemiyorum. Sonuçta Arda ve Pino henüz hazır değil, bu da Sabri ve Hakan Balta'nın performansını düşürüyor. Özellikle Sabri, yeni partneri Pino ile uyum sürecini kısa tutmalı. İkisi de çok çabuk alan değiştirebiliyor ve pas hataları kaçınılmaz hale geliyor. Arda ve Hakan Balta, sağ kulvara göre daha derli toplu bir görüntü çizdi. Geçmişten de birbirlerinin oyununu bilmelerini, nereye ne zaman hareketleneceklerini kolaylaştırıyor.
Defansta Servet ve Neill ikilisine fazla iş düşmedi. Rakibin ofans yapacak gücü ve güveni yoktu. Sadece kontra ataklarla pozisyon buldular ve bunları iyi değerlendirdiler. Servet, yenilen 2 gole rağmen Neill ile geçen sezona nispeten daha uyumlu bir graik çizdi. Bu da takımın, rakip takım ataklarına daha rahat karşı koymasını sağladı. Galatasaray bunu semeresini bu sezon oldukça fazla görecektir. Yenen gollere fazla takılmamak gerekir. Sezon başı yaşanılan konsantrasyon sorunundan kaynaklanan gollerdir.
Galatasaray, hazırlık maçlarının çoğunda ve bugünkü maçta 4-2-3-1 oynadı/oynamaya çalıştı. Bu sistemde kilit bölge defansın önündeki iki oyuncu. Biri Cana, diğeri ise Elano. Cana'nın bu bölgeyi sert ve mücadeleci oyunuyla dolduracağında hiçkimsenin şüphesi yoktur. Önemli olan Cana'nın yanında kimin forma giyeceği. Elano, büyük ihtimalle takımda kalacak ve yedek bırakmak mantıksız gibi görünüyor. Şahsi görüşüm, o bölgeye genç ve gelecek vaad eden bir isim alınacak ve rotasyona sokulacak.
Elano 4-2-3-1'de Cana'nın partneri olarak görev alacak. Geçen sezona göre daha çok defansif yönden sorumluluk alacak. Gerçi geçtiğimiz sezon ofansta da fazla katkı yaptığını söylemek zor ancak onu oynatmak istiyorsanız bu gibi fedarkarlıklar yapmanız gerekiyor.
Ofansif açıdan şu anda bazı sıkıntılar mevcut. Ayhan'ın o bölgede yeterince etkili olmaması ve Pino ile Arda'nın oyunlarını tanımaması atakları zor hale getirdi. Burada Serdar Özkan'a da bir parantez açmak gerekir. Beşiktaş'ın göndermek adına nice fedakarlık yaptığı bir futbolcu olmaktan çıkmış, en azından mental olarak bu baskıyı üzerinden atmış. Yeteneklerini sahaya yansıtması için biraz zaman gerekli.
Rijkaard'ın oyun sisteminde, kanat oyuncularının sadece bindirme yapması ve orta açmaları yeterli değil. Aynı zamanda içe doğru hareketlenmeleri de gerekiyor. Serdar, Rijkaard'ın sistemine uyum süresini ne kadar kısa tutarsa, takıma o kadar fayda sağlar.
Mehmet Batdal'ın maça ilk onbirde başlamasına en çok sevinenlerden biri benim. Uzun boyuna rağmen topu çok iyi saklıyor ve bir santraforda bulunması gereken özelliklerin birçoğuna sahip. Şu ana kadar tek sıkıntısı tecrübesizliği olarak görünüyor. Son vuruşlarda heyecan yapmayıp, soğukkanlı davranabilseydi, Galatasaray maçı erken koparabilirdi. Maçı Batdal'a yüklemek de doğru bir düşünce değil. O da elinden geleni yaptı, ilk resmi maçında gol atmayı düşünen bir futbolcu gibi davrandı, ama girmedi. Girmeyince de ''Ah'' çekmekten başka bir şey yapamıyorsunuz malesef.
Rövanç maçı sıkıntılı geçebilir. Eğer rakip takım maçın başlarında gol bulmazsa, 2. yarıda bir bulacağı bir golle Galatasaray turu geçecektir. Aslında bu maç bugün bitmeliydi ancak sezon başı yaşanılan sorunlardan biri de Galatasaray'ın başına geldi; uyumsuzluk. Sistem değişikliği nedeniyle oyuncularda hafif bir ''Ne oldum?'' havası var. Fakat geçici olması en büyük dileğimiz.
Rakibin gücü kısıtlı. Sadece defans yapmaya çalışan, bulduğu kontra ataklarla gol bulmayı düşünen bir takım. Zaten teknik direktörleri de maç öncesi bunu doğrular nitelikte açıklamalar yaptı.
Galatasaray'da Dünya Kupası'ndan kalma Elano ve sakatlıkları devam eden Gökhan Zan, Aydın Yılmaz, Milan Baros gibi isimler kadroda yoktu. Elano'nun durumu belirsizliğini korurken, takımda kalacağı neredeyse kesinleşti. Bu vakte kadar beklenmesinin sebebi de ''Bir teklif gelir de satarız'' düşüncesiydi. Teklif gelmeyince mecburen takımda kaldı.
Maça ilk onbirde sahaya başlayacak isimler açıklandığında, karşılaşmayı takip edenlerin büyük çoğunluğu Mustafa Sarp, Barış Özbek ve Ayhan Akman üçlüsünün, Galatasaray'ın oynadığı/oynamak istediği sisteme uygun olmadığı kanısındaydı. Bu, bir bakıma haklı bir serzenişti. Sonuçta, taraftara geçtiğimiz sezon çoğu maçta ''Ah, vah'' çektiren bu üçlüydü. Fakat kimse söyleyemez ki ''Koşmuyor, pres yapmıyorlar''.
Barış'ın bugüne kadar Galatasaray'da tutunabilmesi, forma şansı bulabilmesi tamamen bitmek, tükenmek bilmeyen koşu ve pres gücüne dayanıyor.
Mustafa Sarp iyi bir rotasyon oyuncusudur. Kimse ona ''Ofansta yeterli değil, top tekniği yok'' diye eleştiri yapamaz. Çünkü Galatasaray'a gelirken bu meziyetleri biliniyordu ve buna rağmen alındı. Ondan sadece orta sahayı geçmek isteyen rakip takım oyuncunu müdafa etmesi ve yeri geldiğinde ileri uç elemanlarına servisi yapması bekleniyor. Bunu da Allah güç, kudret verdikce yapacak bir oyuncu.
Ayhan Akman, yıllardır ofansa olumlu katkı yapabilen ''Türk'' oyuncu sınıfından faydalanıyor, bu şekilde halâ üst seviyede kalıyordu. 2008 şampiyonluğunda yaptığı katkıyı kabul etmeyecek biri yoktur. Fakat artık yaş kemalê eriyor. Fiziksel olarak bu seviyede maç yapmaya vücudu müsade etmiyor.
Bu maçtaki kaleci seçimi gösteriyor ki; Rijkaard Ufuk'a güvenmiyor. Gece hayatına düşkün olduğu dedikodusu var fakat sadece dedikodu olarak kalması tek dileğim. Altay'da forma giydiği dönemden itibaren takip ettiğim ve performansıyla takdir ettiğim ender Türk kalecilerinden. Galatasaray gibi üst düzey bir takımın 1. kalecisi olma fırsatını eline geçirmişken böylesine profesyonellik dışı bir hareket yapacağına aklım ve mantığım el vermiyor.
Aykut'un iyi bir kaleci olduğundan hiçbir şüphem yok. Türkiye'de her kulübün almak isteyeceği, bunun yanında ''Türk'' statüsünde bir kaleci. Fakat özgüveni yetersiz. Bir kaleci, rakip takım oyuncusuyla karşı karşıya kaldığında, oyuncunun üzerine doğru geldiğini fark ettiğinde cesurca ileriye çıkabilmeli, gerekirse sonucunuda penaltı da yaptırabilmelidir. Her şeye rağmen hak vermiyor değilim. Bu yıl kendisinin Galatasaray'daki 8. sezonu ve onlarca teknik adamın değişmesine rağmen kendisi ''Yedek kaleci'' statüsünden bir türlü çıkamadı. Belki de çıkarılamadı.
Galatasaray'ın son 13 sezonuna baktığımızda en çok verim aldığı 2 kaleci de yabancı. Bu doğrultuda, takımın başına gelen teknik adam üzerine fazladan baskı almak istemiyor ve direk yabancı kaleci istiyor, hele ki teknik adam yabancıysa. Kendisine güvenildiğinde bu güveni boş çıkarmayan bir kaleci. 2008 şampiyonluğun ligin 2. yarısında formayı kapmış ve kırılma anlarında çok iyi performanslar sergilemişti. Kendisine güvenilmesi kanâtindeyim.
Bekler konusunda çok acımasız konuşmak, oyuncuları ilk maçtan yargılamak istemiyorum. Sonuçta Arda ve Pino henüz hazır değil, bu da Sabri ve Hakan Balta'nın performansını düşürüyor. Özellikle Sabri, yeni partneri Pino ile uyum sürecini kısa tutmalı. İkisi de çok çabuk alan değiştirebiliyor ve pas hataları kaçınılmaz hale geliyor. Arda ve Hakan Balta, sağ kulvara göre daha derli toplu bir görüntü çizdi. Geçmişten de birbirlerinin oyununu bilmelerini, nereye ne zaman hareketleneceklerini kolaylaştırıyor.
Defansta Servet ve Neill ikilisine fazla iş düşmedi. Rakibin ofans yapacak gücü ve güveni yoktu. Sadece kontra ataklarla pozisyon buldular ve bunları iyi değerlendirdiler. Servet, yenilen 2 gole rağmen Neill ile geçen sezona nispeten daha uyumlu bir graik çizdi. Bu da takımın, rakip takım ataklarına daha rahat karşı koymasını sağladı. Galatasaray bunu semeresini bu sezon oldukça fazla görecektir. Yenen gollere fazla takılmamak gerekir. Sezon başı yaşanılan konsantrasyon sorunundan kaynaklanan gollerdir.
Galatasaray, hazırlık maçlarının çoğunda ve bugünkü maçta 4-2-3-1 oynadı/oynamaya çalıştı. Bu sistemde kilit bölge defansın önündeki iki oyuncu. Biri Cana, diğeri ise Elano. Cana'nın bu bölgeyi sert ve mücadeleci oyunuyla dolduracağında hiçkimsenin şüphesi yoktur. Önemli olan Cana'nın yanında kimin forma giyeceği. Elano, büyük ihtimalle takımda kalacak ve yedek bırakmak mantıksız gibi görünüyor. Şahsi görüşüm, o bölgeye genç ve gelecek vaad eden bir isim alınacak ve rotasyona sokulacak.
Elano 4-2-3-1'de Cana'nın partneri olarak görev alacak. Geçen sezona göre daha çok defansif yönden sorumluluk alacak. Gerçi geçtiğimiz sezon ofansta da fazla katkı yaptığını söylemek zor ancak onu oynatmak istiyorsanız bu gibi fedarkarlıklar yapmanız gerekiyor.
Ofansif açıdan şu anda bazı sıkıntılar mevcut. Ayhan'ın o bölgede yeterince etkili olmaması ve Pino ile Arda'nın oyunlarını tanımaması atakları zor hale getirdi. Burada Serdar Özkan'a da bir parantez açmak gerekir. Beşiktaş'ın göndermek adına nice fedakarlık yaptığı bir futbolcu olmaktan çıkmış, en azından mental olarak bu baskıyı üzerinden atmış. Yeteneklerini sahaya yansıtması için biraz zaman gerekli.
Rijkaard'ın oyun sisteminde, kanat oyuncularının sadece bindirme yapması ve orta açmaları yeterli değil. Aynı zamanda içe doğru hareketlenmeleri de gerekiyor. Serdar, Rijkaard'ın sistemine uyum süresini ne kadar kısa tutarsa, takıma o kadar fayda sağlar.
Mehmet Batdal'ın maça ilk onbirde başlamasına en çok sevinenlerden biri benim. Uzun boyuna rağmen topu çok iyi saklıyor ve bir santraforda bulunması gereken özelliklerin birçoğuna sahip. Şu ana kadar tek sıkıntısı tecrübesizliği olarak görünüyor. Son vuruşlarda heyecan yapmayıp, soğukkanlı davranabilseydi, Galatasaray maçı erken koparabilirdi. Maçı Batdal'a yüklemek de doğru bir düşünce değil. O da elinden geleni yaptı, ilk resmi maçında gol atmayı düşünen bir futbolcu gibi davrandı, ama girmedi. Girmeyince de ''Ah'' çekmekten başka bir şey yapamıyorsunuz malesef.
Rövanç maçı sıkıntılı geçebilir. Eğer rakip takım maçın başlarında gol bulmazsa, 2. yarıda bir bulacağı bir golle Galatasaray turu geçecektir. Aslında bu maç bugün bitmeliydi ancak sezon başı yaşanılan sorunlardan biri de Galatasaray'ın başına geldi; uyumsuzluk. Sistem değişikliği nedeniyle oyuncularda hafif bir ''Ne oldum?'' havası var. Fakat geçici olması en büyük dileğimiz.
Category:
Avrupa Ligi,
Galatasaray
0
yorum
Batdal Formaya Kavuştu
Surrealist Adam
Bucaspor günlerinden bir haber... Tarih 14 Nisan 2007... O zamanlar bile talipleri bir hayli fazla.
Çok büyük bir sıçrayış... 3 sene önce 2.Lig'de oynarken şu anda Galatasaray'da Baros'un yedeği konumunda.
Galatasaray'ın neye göre bir transfer yapma ihtiyacı duyuyor? Cevabı net değil.
Tecrübesiz olduğundan bahsediliyor.
Bank Asya ve 2.Lig'in zorluklarından geçerek bu noktaya gelmiş bir futbolcu tecrübe bakımından bir Mustafa Sarp'tan eksik değildir.
Hayır, ''Sorun mental'' diyorsanız... Bu çocuğun ne bir gece hayatı ne de sigarası, alkolü vardır.
Fiziksel olarak kariyerinin zirvesinde.
Geçtiğimiz sezon attığı 17 golle, bas bas ''Geliyorum..!'' dedi.
Özgüveni üst seviyede. Bunu hazırlık maçlarında, özellikle Fenerbahçe maçında gördük.
Ne diye böylesine yüksek potansiyeli olan bir futbolcuyu ''Genç Semih'' pozisyonuna sokmaya çaşıyorsunuz..?
''Yeni Hakan'' olarak nitelendirdiyseniz, çocuğu o havayı soktuysanız, geri dönmeye hakkınız yok..!
Bu çocuk Baros'un yedeği olacak kapasiteye sahip, hatta yeri gelir Baros'la 4-4-2 oynarlar.
Rijkaard'ın Emre Çolak'a verdiği şans, bizlere yapılacak bir transfere rağmen (Ben yapılacağını zannetmiyorum) Batdal'ın yeterli forma şansı bulacağını gösteriyor.
Yolu oldukça açık... Sadece oynaması gerekiyor, bunu da yapmasını bilelim artık..!
Çok büyük bir sıçrayış... 3 sene önce 2.Lig'de oynarken şu anda Galatasaray'da Baros'un yedeği konumunda.
Galatasaray'ın neye göre bir transfer yapma ihtiyacı duyuyor? Cevabı net değil.
Tecrübesiz olduğundan bahsediliyor.
Bank Asya ve 2.Lig'in zorluklarından geçerek bu noktaya gelmiş bir futbolcu tecrübe bakımından bir Mustafa Sarp'tan eksik değildir.
Hayır, ''Sorun mental'' diyorsanız... Bu çocuğun ne bir gece hayatı ne de sigarası, alkolü vardır.
Fiziksel olarak kariyerinin zirvesinde.
Geçtiğimiz sezon attığı 17 golle, bas bas ''Geliyorum..!'' dedi.
Özgüveni üst seviyede. Bunu hazırlık maçlarında, özellikle Fenerbahçe maçında gördük.
Ne diye böylesine yüksek potansiyeli olan bir futbolcuyu ''Genç Semih'' pozisyonuna sokmaya çaşıyorsunuz..?
''Yeni Hakan'' olarak nitelendirdiyseniz, çocuğu o havayı soktuysanız, geri dönmeye hakkınız yok..!
Bu çocuk Baros'un yedeği olacak kapasiteye sahip, hatta yeri gelir Baros'la 4-4-2 oynarlar.
Rijkaard'ın Emre Çolak'a verdiği şans, bizlere yapılacak bir transfere rağmen (Ben yapılacağını zannetmiyorum) Batdal'ın yeterli forma şansı bulacağını gösteriyor.
Yolu oldukça açık... Sadece oynaması gerekiyor, bunu da yapmasını bilelim artık..!
Category:
Galatasaray
0
yorum
Kötü Futbol, İyi Sonuç: Young Boys:2 Fenerbahçe:2
Surrealist Adam
İlk yarı için konuşmak gerekirse, Fenerbahçe'nin orta sahayı çok boş bıraktığını söylemekte fayda var. Bunun yanında Baroni'nin defansif açıdan yetersiz kalması, Young Boys'un Fenerbahçe orta alanını rahatça geçmesine neden oldu. Rakip takım özellikle kanatlardan çok iyi bindirmeler yaptı. David Degen ismi İsviçre Milli Takımı'nda oynayan ikizi Philip Degen'den dolayı yabancı gelmiyor. En az ikizi kadar yetenekli bir futbolcu.
Önder uzun zamandır sağ bekte ve resmi maçlarda oynamıyordu. Bugün İlhan sakatlanmasa kendisini sahada göremeyebilirdik. Kendisi için ilk yarı oldukça sıkıntılı geçti. Özellikle Dudar'ın sol kanattan yaptığı bindirmelere sadece faul yapabilmekle yetindi. Böyle olunca Young Boys en az 4-5 ciddi gol pozisyonuna girdi. Aykut Kocaman'ın saha dışından sürekli ''Sıkıştırın'' yani alanı daraltın talimatını vermesinin de nedeni buydu.
Fenerbahçe ilk yarıda ofansif organizasyonlarda sıkıntı çekti. Bunda Kazım'ın sürekli olarak çizgide kalması ve Önder ile uyuşmazlığının öinemli br etkisi var. Kaldı ki Emre'nin ofansif olarak çok da yeterli olmadığını söylemekte fayda var. Baroni'nin 4-2-3-1'in defansif orta sahasında görevini başarılıyla yerine getirdiğini söylemek Emre'ye haksızlık olur. En az Önder kadar formsuz durumda ve ofansa katkısı çok az.
Volkan'dan ya da Fenerbahçe defansından şişirilen topların neredeyse tümü Young Boys'a gitti. Young Boys'un oyununu Fenerbahçe'ye kabul ettirmesinde önemli rol alan olaylardan biridir bu.
Fenerbahçe'de oyun kurgusu oturmuş değil. 4-2-3-1'in sağ kanatında oynayacak Dia, ve yeni transfer (forvet) henüz takıma monte edilmiş değil. Sezon öncesi olmasından dolayı tiye alabileceğimiz, oyuncular arası anlaşmazlıklar sık sık yaşanıyor. Zamanla atlatıcak bir sorun, büyütmeye gerek yok. Bir de sağ kanattan oluşturulmaya çalışılan atak organizasyonlarında Kazım uile Önder çok yumsuz. Sol kanat için bunları söylemek doğru olmaz. Stoch ve Santos birbirlerini çok iyi tamamlıyorlar. Santos'un kilo sorunu halâ devam ediyor. Aksi takdirde böylesine ağır ve birinci hamlesi zayıf bir oyuncu değildir.
Bugün için Fenerbahçe'de en beğendiğim ve kanımca herkesin ortak beğenisi ''Miroslav Stoch''. Tekniğini zekasıyla birleştirince ortaya izleyeme doyamayacağınız bir görüntü çıkıyor. Fenerbahçe'nin son 10 yılda yaptığı en iyi transfer. Tabi ki biraz erken ama Türkiye'ye gelmiş en kaliteli yabancı futbolculardan biri. Umarım bu performansını devam ettirir.
''Fenerbahçe turu geçti'' demek Young Boys'un oyununa bakarak söylemek yanlış. Her an her şeyi yapabilecek bir takım görüntüsü çiziyorlar. Kadıköy'de ev sahibi olmanın avantajını iyi kullanan bir takım Fenerbahçe. Bu doğrultuda Ajax-Zenit ikilisinden birinin elenmesini bekleyecektir. Böylece diğer turda seribaşı olma şansını yakalamış olacak. Bu arada Ajax'ın ilk maçta PAOK ile 1-1 kaldığını hatırlatmakta fayda var. Bu da Fenerbahçe için olumlu bir gelişme.
Önder uzun zamandır sağ bekte ve resmi maçlarda oynamıyordu. Bugün İlhan sakatlanmasa kendisini sahada göremeyebilirdik. Kendisi için ilk yarı oldukça sıkıntılı geçti. Özellikle Dudar'ın sol kanattan yaptığı bindirmelere sadece faul yapabilmekle yetindi. Böyle olunca Young Boys en az 4-5 ciddi gol pozisyonuna girdi. Aykut Kocaman'ın saha dışından sürekli ''Sıkıştırın'' yani alanı daraltın talimatını vermesinin de nedeni buydu.
Fenerbahçe ilk yarıda ofansif organizasyonlarda sıkıntı çekti. Bunda Kazım'ın sürekli olarak çizgide kalması ve Önder ile uyuşmazlığının öinemli br etkisi var. Kaldı ki Emre'nin ofansif olarak çok da yeterli olmadığını söylemekte fayda var. Baroni'nin 4-2-3-1'in defansif orta sahasında görevini başarılıyla yerine getirdiğini söylemek Emre'ye haksızlık olur. En az Önder kadar formsuz durumda ve ofansa katkısı çok az.
Volkan'dan ya da Fenerbahçe defansından şişirilen topların neredeyse tümü Young Boys'a gitti. Young Boys'un oyununu Fenerbahçe'ye kabul ettirmesinde önemli rol alan olaylardan biridir bu.
Fenerbahçe'de oyun kurgusu oturmuş değil. 4-2-3-1'in sağ kanatında oynayacak Dia, ve yeni transfer (forvet) henüz takıma monte edilmiş değil. Sezon öncesi olmasından dolayı tiye alabileceğimiz, oyuncular arası anlaşmazlıklar sık sık yaşanıyor. Zamanla atlatıcak bir sorun, büyütmeye gerek yok. Bir de sağ kanattan oluşturulmaya çalışılan atak organizasyonlarında Kazım uile Önder çok yumsuz. Sol kanat için bunları söylemek doğru olmaz. Stoch ve Santos birbirlerini çok iyi tamamlıyorlar. Santos'un kilo sorunu halâ devam ediyor. Aksi takdirde böylesine ağır ve birinci hamlesi zayıf bir oyuncu değildir.
Bugün için Fenerbahçe'de en beğendiğim ve kanımca herkesin ortak beğenisi ''Miroslav Stoch''. Tekniğini zekasıyla birleştirince ortaya izleyeme doyamayacağınız bir görüntü çıkıyor. Fenerbahçe'nin son 10 yılda yaptığı en iyi transfer. Tabi ki biraz erken ama Türkiye'ye gelmiş en kaliteli yabancı futbolculardan biri. Umarım bu performansını devam ettirir.
''Fenerbahçe turu geçti'' demek Young Boys'un oyununa bakarak söylemek yanlış. Her an her şeyi yapabilecek bir takım görüntüsü çiziyorlar. Kadıköy'de ev sahibi olmanın avantajını iyi kullanan bir takım Fenerbahçe. Bu doğrultuda Ajax-Zenit ikilisinden birinin elenmesini bekleyecektir. Böylece diğer turda seribaşı olma şansını yakalamış olacak. Bu arada Ajax'ın ilk maçta PAOK ile 1-1 kaldığını hatırlatmakta fayda var. Bu da Fenerbahçe için olumlu bir gelişme.
Category:
Fenerbahçe,
Şampiyonlar Ligi
0
yorum
Dünya'nın Transfer Gündemi #1
Surrealist Adam
#Mario Balotelli M.City yolunda. 19 yaşındaki futbolcu için İnter'e 27 milyon euro teklif yapan kulüp beklemeye geçti. Moratti bu transfer hakkında ''Henüz kesinleşen bir şey yok'' demekle yetindi.
#S.Lizbon'un 24 yaşında orta saha oyuncu Veloso Genoa'nın gündeminde. Milan, İnter, Real Madrid'in de gündeminde olan futbolcu, eğer Genoa'ya transfer olursa Luca Toni ve Franco Zuculini'nden sonra en büyük 3. imza olacak.
#Mertesacker Wegner'in listesinde. Daha önce Everton'ın defans oyuncusu Phil Jagielka için yaptığı 17 milyon euroluk teklifi reddedilen Arsenal bu kez Werder'in başarılı defans oyuncusuna göz dikti. Bu transferle beraber kadro daha da gençleşmiş olacak. Silvestre, Gallas, Campbell gibi oyuncularla da yolların ayrılması bekleniyor.
#Mourinho, Carvalho'nun yolunu gözlüyor. Porto ve Chelsea'de beraber çalıştığı Carvalho'yu İnter'e getiremeyen Mourinho, oyuncuyu bu sefer Real Madrid'e getirdi konusunda kararlı. Transfer için tek engel Chelsea'nin oyuncuyu bırakmak istememesi.
#Heskey'e Blackburn talip. Blackburn menajeri Sam Allardyce Aston Villa'da Carew'in arkasında yedek bekleyen Heskey'i gözüne kestirdi. Oyuncu için 2.5 milyon euro teklif etmeye hazırlanıyorlar.
#Giuseppe Rossi İnter'e mi gidiyor?. Oyuncunun menajeri yaptığı açıklamasında ''Rossi, küçük kulüplerde forma giymez'' dedi. İnter şu an için bir adım önde gibi görünüyor. Ayrıca İnter Dirk Kuyt ya da Rossi'den birini transfer edecek.
#S.Lizbon'un 24 yaşında orta saha oyuncu Veloso Genoa'nın gündeminde. Milan, İnter, Real Madrid'in de gündeminde olan futbolcu, eğer Genoa'ya transfer olursa Luca Toni ve Franco Zuculini'nden sonra en büyük 3. imza olacak.
#Mertesacker Wegner'in listesinde. Daha önce Everton'ın defans oyuncusu Phil Jagielka için yaptığı 17 milyon euroluk teklifi reddedilen Arsenal bu kez Werder'in başarılı defans oyuncusuna göz dikti. Bu transferle beraber kadro daha da gençleşmiş olacak. Silvestre, Gallas, Campbell gibi oyuncularla da yolların ayrılması bekleniyor.
#Mourinho, Carvalho'nun yolunu gözlüyor. Porto ve Chelsea'de beraber çalıştığı Carvalho'yu İnter'e getiremeyen Mourinho, oyuncuyu bu sefer Real Madrid'e getirdi konusunda kararlı. Transfer için tek engel Chelsea'nin oyuncuyu bırakmak istememesi.
#Heskey'e Blackburn talip. Blackburn menajeri Sam Allardyce Aston Villa'da Carew'in arkasında yedek bekleyen Heskey'i gözüne kestirdi. Oyuncu için 2.5 milyon euro teklif etmeye hazırlanıyorlar.
#Giuseppe Rossi İnter'e mi gidiyor?. Oyuncunun menajeri yaptığı açıklamasında ''Rossi, küçük kulüplerde forma giymez'' dedi. İnter şu an için bir adım önde gibi görünüyor. Ayrıca İnter Dirk Kuyt ya da Rossi'den birini transfer edecek.
Demirspor'un Tutamadığı: İbrahim Selen
Surrealist Adam
1991 jenerasyonu da dönemini yavaş yavaş kapattıktan sonra altyapıdan umudumu kesmiştim. En çok umut bağladığımız gençler birer birer, bilinçsizce gelişme kaydetmeleri imkansız kulüplere kiralandılar, bazıları bonservisiyle 2. Lig ekiplerine yollandı. Ali Yavaş'ın ayrılma sebebi de buydu. ''Altyapıya fazla önem vermiyorlar'' dedi ve gitti. Haklıydı bir bakıma. Fakat şu da var ki; bu oyuncular Miniminik'ten itibaren futbolun taktik/teknik yönlerinden bihaber olarak A Takım'a geliyorlar. Belki de hocaların verdiği direktifleri alacak mentaliteye sahip değiller. Bunun olacağına imkan vermiyorum açıkcası. Avrupalı büyüme hormonu çalışmayan çocuğa 200-300 bin Euro neyse veriyor ve futbolun Allah'ına kadar her şeyini öğretiyor. Demek ki, bir yerde hata yapıyoruz ve bunu bile bile yapmaya devam ediyoruz.
Neyse gelelim asıl konuya. İbrahim Selen. 1993 Adana doğumlu. Futbola amatör olarak Adana Demirspor'da başlamış. Babası aynı kulüpte masör olarak görev yapıyor. Çok sağlam bir Baba-oğul ilişkisi var. Profesyonel olarak ilk maçına geçtiğimiz sezon Vanspor karşısında çıkmış. O maçta da golünü atarak, babasının ve teknik heyetin yüzünü güldürmüş.
Sonrasında ise işler biraz karışık. Devreye Galatasaray girmiş. Bunu duyan baba Abdullah Selen kulübün eski başkanı Yücel'den kolaylık sağlamasını istemiş. İşte film burda kopuyor. Bu olaydan haberi olan kulübün şu anki başkanı Bekir Çınar oyuncu için Galatasaray'dan ne herhangi bir yetiştirme bedeli, ne de bonservis bedeli istemiş.
Demirspor taraftarı bu olay yüzünden biraz kırgın, biraz da sinirli. Onca yıldır emek vererek yetiştirdikleri böylesine potansiyeli olan bir futbolcuyu, tek kuruş para almadan kaybetmek üzüntü verici olsa gerek.
Galatasaray için hayırlı olmasını diliyoruz. Bu arada A2 Takımı ile ilk karşılaşmasını Hollanda kampında ETS Eindhoven karşısında çıkmış ve 2 gol birden atmış. Benim gözümde Semih Kaya'nın transferine benzeyen bir hikayesi var. Sonu benzemesin diyelim...
Neyse gelelim asıl konuya. İbrahim Selen. 1993 Adana doğumlu. Futbola amatör olarak Adana Demirspor'da başlamış. Babası aynı kulüpte masör olarak görev yapıyor. Çok sağlam bir Baba-oğul ilişkisi var. Profesyonel olarak ilk maçına geçtiğimiz sezon Vanspor karşısında çıkmış. O maçta da golünü atarak, babasının ve teknik heyetin yüzünü güldürmüş.
Sonrasında ise işler biraz karışık. Devreye Galatasaray girmiş. Bunu duyan baba Abdullah Selen kulübün eski başkanı Yücel'den kolaylık sağlamasını istemiş. İşte film burda kopuyor. Bu olaydan haberi olan kulübün şu anki başkanı Bekir Çınar oyuncu için Galatasaray'dan ne herhangi bir yetiştirme bedeli, ne de bonservis bedeli istemiş.
Demirspor taraftarı bu olay yüzünden biraz kırgın, biraz da sinirli. Onca yıldır emek vererek yetiştirdikleri böylesine potansiyeli olan bir futbolcuyu, tek kuruş para almadan kaybetmek üzüntü verici olsa gerek.
Galatasaray için hayırlı olmasını diliyoruz. Bu arada A2 Takımı ile ilk karşılaşmasını Hollanda kampında ETS Eindhoven karşısında çıkmış ve 2 gol birden atmış. Benim gözümde Semih Kaya'nın transferine benzeyen bir hikayesi var. Sonu benzemesin diyelim...
Category:
Genç Oyuncular
0
yorum
Spor Akademileri & Sinan Osmanoğlu
Surrealist Adam
Yorucu bir süreç... Miniminik, 9, 10, 11.. yaş altı olarak başlayan bu uzun yol A Takım'a kadar gidiyor. Bu kadar zorlu bir süreçte oyuncuların mental ve fiziki açıdan kendilerini koruyabilmeleri oldukça güç. Ailevi açıdan yaşadan sıkıntılar, futbolun bir iş olarak görülmemesi, yaşam kaygısı, işin işinden çıkılmaz bir hâl aldırıyor. Bir de oyuncuların hem eğitim hem de futbolunu sürdürebilme hayalleri olabiliyor. ''Bunun ne gibi sıkıntısı olabilir'' diye düşünen arkadaşlar olabilir, açıklıyorum.
Sinan Osmanoğlu Galatasaray'ın hemen hemen bütün alt yaş kategorilerinde forma giymiş, uzun boyuna rağmen rakibine birebirde fazla şans tanımayan, fizik gücü yüksek, tekmeye kafa sokabilecek yüreğe sahip bir futbolcu. 2008-2009 sezonunda ilk kez Skibbe tarafından hazırlık kampına çağrıldı. A2 maçlarını takip edenler, kendisini çok iyi tanıyacaklardır. Spikerin ''Dev Kule'' yakıştırmasını duyar gibiyim. Boyuna rağmen enteresan bir oyun kurma yeteneği var. Topla fazla oynamayı sevmiyor ama elinden gelse defanstan başlayıp forvete kadar oyuncuları dize dize gidecek.
Bu sezon Rijkaard tarafından hazırlık kampına çağrıldı. Bunda A2 maçlarında onu izleyen ve olumlu rapor veren Neeskens'in önemli rolü vardır. Fakat okuduğu üniversiteden izin alamadığı için kampa katılamadı. Üniversite, kendisinin kampa katılması halinde bursunun kesileceğini söylemiş. Ayrıca geçtiğimiz aylar üniversite olarak Avrupa Şampiyonası'na katılacaklardı, o konuda bir bilgim yok.
Spor Akademileri birçok genç için, özellikle futbolcu olanların eğitimini sürderebilmesi açısından önemli bir dayanak. Fakat oyunculara bu kadar kısıtlama getirmeleri doğru mudur? Sonuçta profesyonel bir yaşam sürüyorlar ve bir kulübe mensuplar. Üniversite Takımı'nda oynasın, hatta üniversite bunu zorlatabilir de. Fakat Galatasaray gibi Türkiye'nin en iyi altyapısına sahip diye lanse edilen bir takımın oyuncusunu, adı geçen üniversiteler hangi hakla hazırlık kampına gitmesini yasaklıyor? Anlamış değilim.
Sinan Osmanoğlu Galatasaray'ın hemen hemen bütün alt yaş kategorilerinde forma giymiş, uzun boyuna rağmen rakibine birebirde fazla şans tanımayan, fizik gücü yüksek, tekmeye kafa sokabilecek yüreğe sahip bir futbolcu. 2008-2009 sezonunda ilk kez Skibbe tarafından hazırlık kampına çağrıldı. A2 maçlarını takip edenler, kendisini çok iyi tanıyacaklardır. Spikerin ''Dev Kule'' yakıştırmasını duyar gibiyim. Boyuna rağmen enteresan bir oyun kurma yeteneği var. Topla fazla oynamayı sevmiyor ama elinden gelse defanstan başlayıp forvete kadar oyuncuları dize dize gidecek.
Bu sezon Rijkaard tarafından hazırlık kampına çağrıldı. Bunda A2 maçlarında onu izleyen ve olumlu rapor veren Neeskens'in önemli rolü vardır. Fakat okuduğu üniversiteden izin alamadığı için kampa katılamadı. Üniversite, kendisinin kampa katılması halinde bursunun kesileceğini söylemiş. Ayrıca geçtiğimiz aylar üniversite olarak Avrupa Şampiyonası'na katılacaklardı, o konuda bir bilgim yok.
Spor Akademileri birçok genç için, özellikle futbolcu olanların eğitimini sürderebilmesi açısından önemli bir dayanak. Fakat oyunculara bu kadar kısıtlama getirmeleri doğru mudur? Sonuçta profesyonel bir yaşam sürüyorlar ve bir kulübe mensuplar. Üniversite Takımı'nda oynasın, hatta üniversite bunu zorlatabilir de. Fakat Galatasaray gibi Türkiye'nin en iyi altyapısına sahip diye lanse edilen bir takımın oyuncusunu, adı geçen üniversiteler hangi hakla hazırlık kampına gitmesini yasaklıyor? Anlamış değilim.
Category:
Galatasaray,
Türk Futbolu
0
yorum
Kuzey İrlanda Şarabı: George Best
Surrealist Adam
En iyi yıllarını Manchester United'ta geçirmiş bir Kuzey İrlandalı. Hız, ivme, iki ayağını kullanabilme, en çok göze çarpan özellikleri. Defans oyuncularından yemediği tekme kalmamasına rağmen, yeteneğiyle olağanüstü işler çıkardı.
11 yaşındayken, akademik yetenekleri üst düzey olan öğrencilerin bulunduğu Grosvenor Lisesi'ne başladı. Kısa süre rugby oynamışlığı vardır. İlerleyen zamanlarda futbola olan ilgisi ortaya çıkmış ve futbola odaklanmış.
15 yaşında Manchester United'ın yetenek avcıları tarafından keşfedildi. Joe Armstrong'ın beğenisi kazanmasıyla kontrat imzalaması çok kolay olmuş.
İlk karşılaşmasına 17 yaşında, West Bromwich Albion karşısında 1-0 kazanılan maçta çıktı. O sezonun ilk yarısında A Takım kadrosunda tutunabilmek adına mücadele vermişti. Ligin ikinci yarısından daha fazla forma şansı bulmuş ve 26 maçta 6 gol atarak yeteneğini kanıtlamıştı. O sezon Manchester United ligi Liverpool'un 4 puan gerisinde 2. olarak bitirmiştir.
2. sezonunda şampiyon olacaklarını düşünüyordu. Yeteneği ve karizmasıyla medya bazında büyük bir ivme yakaladı. Uzun saçları, yakışıklılığı, savurgan popüler yaşımıyla genç kızların sevgilisi olmuştu.
Manchester United 1966-1967 sezonunda ligi 2. bitiren takımın 4 puan önünde şampiyonluğu göğüsledi. Bir sonraki sezon kulüp, George için unutulmaz olacaktı. Kupa Galipleri Kupası'nda Benfica'yı 4-1 yenen Manchester'de George 2 gol atarak yıldızlaşmıştı. Ardından önlenemez bir düşüş kendini göstermeye başladı.
Best için futbol hayatına engel olan şeyler vardı; Alkol ve Kadınlar... 1960'ların sonunda iki gece kulübü açmış, geceleri burada geçiriyor olmuştu. Aynı zamanda Manchester City ile ortak olarak butikler kurmuştu. Kumar ile haşır-neşir olmasına neden olan şeyler de bunlardı.
Yıl 1974, George 27 yaşındaydı. Manchester'dan ayrılma zamanı gelmişti. Takımda son maçına 1 Ocak 1974'te Queens Park Rangers karşısında çıkmıştır. Manchester'da kaldığı 11 sezon boyunca 470 maça çıkmış ve 179 gol atmıştır. Takımında 6 sezon üst üste ve 1967-1968 sezonunda 1. Lig gol kralı olmuştur.
Gerçek düşüş kendisi için gerçekleşmiştir. Bu süre zarfında İrlanda, Güney Afrika, ABD, İskoçya liglerinde forma giydi. 10 yılda neredeyse her sezon bir kulüpte forma giymiş adeta ''Sürüklendi''.
1976-1977 sezonunda İngiltere'ye Fulham formasıyla geri döndü. Eski performansında olmasa da taraftarlar ona halâ ''En İyi'' gözüyle bakıyordu. Fulham macerası 2 sezon sürmüş ve 42 maçta 8 gol kaydetti.
1982 yılında Bournemouth 36 yaşındaki Best'i kadrosuna katmışttı. Bir sezon oynadıktan sonra 37 yaşında futbol hayatına nokta koydu. Profesyonel kariyerini sonlandırmadan önce Avustralya Futbol Ligi'nde 4 maça çıktı.
Kuzey İrlanda formasıyla 37 maçta 9 gol attı. Milli takım performansının kulüp performansının gerisinde olmasının nedeni, Kuzey İrlanda takımının uluslar arası platformda fazla sahne alamayışıdır.
Kariyeri boyunca 579 maça çıkıp 205 gol attı. İrlandalılar onu şöyle özetliyor: ''Maradona good, Pele better; George Best'' Bir dönem beraber oynadıkları Denis Law şöyle söylüyor: ''Benim kafamda Manchester'daki deneme antremanı ve 1968'de beraber oynadığımız performansıyla yer edecektir. Gerisini unutun.''
İçki, kumar, kadınlara düşkün oluşu futbolunun önüne geçmesiydi bugün onun hakkında eleştiri duymak imkansız olabilirdi ancak o gene de döneminin en iyilerinden.
11 yaşındayken, akademik yetenekleri üst düzey olan öğrencilerin bulunduğu Grosvenor Lisesi'ne başladı. Kısa süre rugby oynamışlığı vardır. İlerleyen zamanlarda futbola olan ilgisi ortaya çıkmış ve futbola odaklanmış.
15 yaşında Manchester United'ın yetenek avcıları tarafından keşfedildi. Joe Armstrong'ın beğenisi kazanmasıyla kontrat imzalaması çok kolay olmuş.
İlk karşılaşmasına 17 yaşında, West Bromwich Albion karşısında 1-0 kazanılan maçta çıktı. O sezonun ilk yarısında A Takım kadrosunda tutunabilmek adına mücadele vermişti. Ligin ikinci yarısından daha fazla forma şansı bulmuş ve 26 maçta 6 gol atarak yeteneğini kanıtlamıştı. O sezon Manchester United ligi Liverpool'un 4 puan gerisinde 2. olarak bitirmiştir.
2. sezonunda şampiyon olacaklarını düşünüyordu. Yeteneği ve karizmasıyla medya bazında büyük bir ivme yakaladı. Uzun saçları, yakışıklılığı, savurgan popüler yaşımıyla genç kızların sevgilisi olmuştu.
Manchester United 1966-1967 sezonunda ligi 2. bitiren takımın 4 puan önünde şampiyonluğu göğüsledi. Bir sonraki sezon kulüp, George için unutulmaz olacaktı. Kupa Galipleri Kupası'nda Benfica'yı 4-1 yenen Manchester'de George 2 gol atarak yıldızlaşmıştı. Ardından önlenemez bir düşüş kendini göstermeye başladı.
Best için futbol hayatına engel olan şeyler vardı; Alkol ve Kadınlar... 1960'ların sonunda iki gece kulübü açmış, geceleri burada geçiriyor olmuştu. Aynı zamanda Manchester City ile ortak olarak butikler kurmuştu. Kumar ile haşır-neşir olmasına neden olan şeyler de bunlardı.
Yıl 1974, George 27 yaşındaydı. Manchester'dan ayrılma zamanı gelmişti. Takımda son maçına 1 Ocak 1974'te Queens Park Rangers karşısında çıkmıştır. Manchester'da kaldığı 11 sezon boyunca 470 maça çıkmış ve 179 gol atmıştır. Takımında 6 sezon üst üste ve 1967-1968 sezonunda 1. Lig gol kralı olmuştur.
Gerçek düşüş kendisi için gerçekleşmiştir. Bu süre zarfında İrlanda, Güney Afrika, ABD, İskoçya liglerinde forma giydi. 10 yılda neredeyse her sezon bir kulüpte forma giymiş adeta ''Sürüklendi''.
1976-1977 sezonunda İngiltere'ye Fulham formasıyla geri döndü. Eski performansında olmasa da taraftarlar ona halâ ''En İyi'' gözüyle bakıyordu. Fulham macerası 2 sezon sürmüş ve 42 maçta 8 gol kaydetti.
1982 yılında Bournemouth 36 yaşındaki Best'i kadrosuna katmışttı. Bir sezon oynadıktan sonra 37 yaşında futbol hayatına nokta koydu. Profesyonel kariyerini sonlandırmadan önce Avustralya Futbol Ligi'nde 4 maça çıktı.
Kuzey İrlanda formasıyla 37 maçta 9 gol attı. Milli takım performansının kulüp performansının gerisinde olmasının nedeni, Kuzey İrlanda takımının uluslar arası platformda fazla sahne alamayışıdır.
Kariyeri boyunca 579 maça çıkıp 205 gol attı. İrlandalılar onu şöyle özetliyor: ''Maradona good, Pele better; George Best'' Bir dönem beraber oynadıkları Denis Law şöyle söylüyor: ''Benim kafamda Manchester'daki deneme antremanı ve 1968'de beraber oynadığımız performansıyla yer edecektir. Gerisini unutun.''
İçki, kumar, kadınlara düşkün oluşu futbolunun önüne geçmesiydi bugün onun hakkında eleştiri duymak imkansız olabilirdi ancak o gene de döneminin en iyilerinden.
İtalya, Fransa Zirvesi: Asamoah Gyan
Surrealist Adam
17 yaşında Udinese'ye imza atarak, hayatını futbola adadığını açıkca belli ediyor. O yaşta bir futbolcu için çok iddaalı bir karardır. Gyan bunu göze almış ve hayatının bundan sonraki bölümünde ailesinden uzak kalmaya razı olmuştur.
Futbola ülkesinin Liberty Professionals amatör olarak başlamıştır. Futbola olan tutkusunu, genç yaşta olumlu olarak sahaya yansıtmayı başarmıştır. Yeteneklerinin Avrupa kulüpleri tarafından fark edilmesi geç olmamış ve Udinese kendisini 2003 yılında kadrosuna katmıştır.
A Takım'da forma şansı bulamayacağı bilindiği için, Modena'ya kiralanmıştır. O ana kadar kariyerinin en verimli sezonunu geçirmiştir. 2 sezon kaldığı Modena'da 53 maça çıkmış ve 15 gole imza atmıştır. Modena'daki performansıyla, yaşına göre azımsanmayacak bir tecrübe edinmiştir. Fiziksel olarak Dünyanın en sert liglerinden birinde, rakip savunmalara sıkıntı yaratan bir profil kazanmıştır.
Modena'da edindiği tecrübeyle, 2006 Almanya Dünya Kupası kadrosuna katılmıştır. Bu karar Kendisi için çok sürpriz olmamıştır. Gana formasıyla fazla forma şansı bulmamış ve genelde yedek kalmıştır. Kupada ilk golünü, 2-0 biten Çek Cumhuriyeti karşılaşmasında kaydetmiştir. Bu performansıyla özellikle Rus kulüplerinin ilgilendiği bir futbolcu olmuştur. 2006-2007 sezonu ara transfer dönemin kulübü oyuncuyu satmaya razı olmuştur. Bu doğrultuda Lokomotif Moskova 10.5 milyon Dolar teklif etmiş ve oyuncuya 3 yıllık imza attırmıştır. Sonrasında Lokomotif Moskova'ya gitmeyi kabul etmeyen Gyan ''Hedeflerim doğrultusunda, daha büyük bir kulübe gitmek istiyorum.'' demiştir.
Sezon sonunda Udinese ile 5 yıllık yeni sözleşme imzalamıştır. Bu anlaşma sonrası ''Dünya'nın en iyi ligderinden birindeyim. Kariyerimi geliştirmek adına buradayım. Geleceğimi düşünürek böyle bir karar verdim'' demiştir.
İtalyan medyasına göre Arsenal, Manchester United, Milan gibi dev kulüplerin transfer listesindedir. 2007-2008 sezonunda sakatlıklar boğuşmuştur. Az sayıda forma şansı bulmuş ve çıktığı 12 maçta 3 gol atmıştır. Yaşadığı sakatlığı üzerinden bir türlü atamamış ve kulüp onu satmaya karar vermiştir. Fransa'nın Rennes kulübüne 8 milyon Euro karşılığında transfer olmuştur.
Rennes'de ilk sezon uyum sorunu yaşamış ve forma şansı bulamamıştır. 16 maça çıkmış ve yalnızca 1 gol atabilmiştir. Bu performansından sonra kariyerinin düşüşe geçtiğini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artmıştır. 2009-2010 sezonunda uyum sürecini atlatmış ve kadroda şans bulmaya başlamıştır. O sezon 29 maça çıkmış ve 13 gol kaydetmiştir. Böylece kendine olan güveni geri gelmiş ve Dünya Kupası öncesi kadroya girme şansı yakalamıştır.
Dünya Kupası kariyeri için adeta ''Ya tamam, Ya devam'' olacaktır. Udinese'de zirve yaptıktan sonra yaşadığı sakatlık ve Fransa geçirdiği vasat 2 yılda kariyerinin Qatar'a doğru gittiği düşünülmüştür.
Kupada ard arda iyi maçlar çıkarmıştır. Gruplarda Sırbistan, Avustralya ve eleme maçında Amerika karşısında attığı gollerle Gana'nın turnuvada en büyük gol umudu olmuştur. Uruguay maçında 120. dakika o golü atabilse, kariyerinin en büyük başarısını yakalayacaktı. Penaltılar sonucu elenen Gana'da hiç kuşku yok ki, en çok dikkat çeken oyuncuların başında geliyordu.
Dünya Kupası performansı sonrası nihayet beklenen patlamayı gerçekleştirmiştir. Kulübü oyuncu almak isteyen kulübün 18 milyon Euro vermesi gerektiğini, aksi halde satmayacağını açıklamış. Türkiye'de Fenerbahçe, kendisiyle ciddi şekilde ilgilenmektedir. İddaalara göre 12 milyon Euro + 3 milyon Euro teklif eden Fenerbahçe oyuncuyu almak için bir hayli ısrarlı.
Rennes yönetimi Fenerbahçe'den gelen teklifi az bulduğunu belirtmiş ve reddetmiştir.
Dünya Kupası dedikleri biraz da böyle bir şey. Fenerbahçe geçtiğimiz sezon oyuncuyu almak istese maksimum 10 milyon Euro verecekti. Bence Dünya Kupası'ndaki performansına rağmen 18 milyon Euro gibi yüksek bir rakamı hak eden bir oyuncu şu anda değil. Rennes yönetiminin de teklifi kabul etmemesi saçma. Avrupa'dan hiçbir kulübün bu rakamı vereceğini zannetmiyorum.
Oyun stilini beğenmesem de, savunmalar için tehlike yaratan bir futbolcudur. Özellikle defanstan şişirilen toplarda (Türkiye'ye uygun), arkası dönük oynayabildiğinden pasör olarak da görev alabiliyor. Yani yeri geldiğinde tek santrafor, yeri geldiğinde kısa boyuna rağmen pivot santrafor oynuyor. Hızlanması, pozisyon alması, takım oyununa sadık kalması en belirgin özellikleri. Fizik olarak tipik bir Afrika futbolcusu. Mental olarak bazı sıkıntıları var. Özellikle yeni bir takıma transfer olduğunda uyum sorunu çekebiliyor. Birebirde etkili olmasının yanında, bitiriciliğinin yetersiz olduğunu söylemekte fayda var.
Fenerbahçe'ye gelirse başarılı olacağından hiçbir şüphem yok. Ancak, Semih ile beraber oynaması performansını ikiye katlayacaktır. Semih'in bitiriciliği, Gyan'ın pasör olarak görev alabilmesi takım oyununa büyük fayda sağlayacaktır.
Futbola ülkesinin Liberty Professionals amatör olarak başlamıştır. Futbola olan tutkusunu, genç yaşta olumlu olarak sahaya yansıtmayı başarmıştır. Yeteneklerinin Avrupa kulüpleri tarafından fark edilmesi geç olmamış ve Udinese kendisini 2003 yılında kadrosuna katmıştır.
A Takım'da forma şansı bulamayacağı bilindiği için, Modena'ya kiralanmıştır. O ana kadar kariyerinin en verimli sezonunu geçirmiştir. 2 sezon kaldığı Modena'da 53 maça çıkmış ve 15 gole imza atmıştır. Modena'daki performansıyla, yaşına göre azımsanmayacak bir tecrübe edinmiştir. Fiziksel olarak Dünyanın en sert liglerinden birinde, rakip savunmalara sıkıntı yaratan bir profil kazanmıştır.
Modena'da edindiği tecrübeyle, 2006 Almanya Dünya Kupası kadrosuna katılmıştır. Bu karar Kendisi için çok sürpriz olmamıştır. Gana formasıyla fazla forma şansı bulmamış ve genelde yedek kalmıştır. Kupada ilk golünü, 2-0 biten Çek Cumhuriyeti karşılaşmasında kaydetmiştir. Bu performansıyla özellikle Rus kulüplerinin ilgilendiği bir futbolcu olmuştur. 2006-2007 sezonu ara transfer dönemin kulübü oyuncuyu satmaya razı olmuştur. Bu doğrultuda Lokomotif Moskova 10.5 milyon Dolar teklif etmiş ve oyuncuya 3 yıllık imza attırmıştır. Sonrasında Lokomotif Moskova'ya gitmeyi kabul etmeyen Gyan ''Hedeflerim doğrultusunda, daha büyük bir kulübe gitmek istiyorum.'' demiştir.
Sezon sonunda Udinese ile 5 yıllık yeni sözleşme imzalamıştır. Bu anlaşma sonrası ''Dünya'nın en iyi ligderinden birindeyim. Kariyerimi geliştirmek adına buradayım. Geleceğimi düşünürek böyle bir karar verdim'' demiştir.
İtalyan medyasına göre Arsenal, Manchester United, Milan gibi dev kulüplerin transfer listesindedir. 2007-2008 sezonunda sakatlıklar boğuşmuştur. Az sayıda forma şansı bulmuş ve çıktığı 12 maçta 3 gol atmıştır. Yaşadığı sakatlığı üzerinden bir türlü atamamış ve kulüp onu satmaya karar vermiştir. Fransa'nın Rennes kulübüne 8 milyon Euro karşılığında transfer olmuştur.
Rennes'de ilk sezon uyum sorunu yaşamış ve forma şansı bulamamıştır. 16 maça çıkmış ve yalnızca 1 gol atabilmiştir. Bu performansından sonra kariyerinin düşüşe geçtiğini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artmıştır. 2009-2010 sezonunda uyum sürecini atlatmış ve kadroda şans bulmaya başlamıştır. O sezon 29 maça çıkmış ve 13 gol kaydetmiştir. Böylece kendine olan güveni geri gelmiş ve Dünya Kupası öncesi kadroya girme şansı yakalamıştır.
Dünya Kupası kariyeri için adeta ''Ya tamam, Ya devam'' olacaktır. Udinese'de zirve yaptıktan sonra yaşadığı sakatlık ve Fransa geçirdiği vasat 2 yılda kariyerinin Qatar'a doğru gittiği düşünülmüştür.
Kupada ard arda iyi maçlar çıkarmıştır. Gruplarda Sırbistan, Avustralya ve eleme maçında Amerika karşısında attığı gollerle Gana'nın turnuvada en büyük gol umudu olmuştur. Uruguay maçında 120. dakika o golü atabilse, kariyerinin en büyük başarısını yakalayacaktı. Penaltılar sonucu elenen Gana'da hiç kuşku yok ki, en çok dikkat çeken oyuncuların başında geliyordu.
Dünya Kupası performansı sonrası nihayet beklenen patlamayı gerçekleştirmiştir. Kulübü oyuncu almak isteyen kulübün 18 milyon Euro vermesi gerektiğini, aksi halde satmayacağını açıklamış. Türkiye'de Fenerbahçe, kendisiyle ciddi şekilde ilgilenmektedir. İddaalara göre 12 milyon Euro + 3 milyon Euro teklif eden Fenerbahçe oyuncuyu almak için bir hayli ısrarlı.
Rennes yönetimi Fenerbahçe'den gelen teklifi az bulduğunu belirtmiş ve reddetmiştir.
Dünya Kupası dedikleri biraz da böyle bir şey. Fenerbahçe geçtiğimiz sezon oyuncuyu almak istese maksimum 10 milyon Euro verecekti. Bence Dünya Kupası'ndaki performansına rağmen 18 milyon Euro gibi yüksek bir rakamı hak eden bir oyuncu şu anda değil. Rennes yönetiminin de teklifi kabul etmemesi saçma. Avrupa'dan hiçbir kulübün bu rakamı vereceğini zannetmiyorum.
Oyun stilini beğenmesem de, savunmalar için tehlike yaratan bir futbolcudur. Özellikle defanstan şişirilen toplarda (Türkiye'ye uygun), arkası dönük oynayabildiğinden pasör olarak da görev alabiliyor. Yani yeri geldiğinde tek santrafor, yeri geldiğinde kısa boyuna rağmen pivot santrafor oynuyor. Hızlanması, pozisyon alması, takım oyununa sadık kalması en belirgin özellikleri. Fizik olarak tipik bir Afrika futbolcusu. Mental olarak bazı sıkıntıları var. Özellikle yeni bir takıma transfer olduğunda uyum sorunu çekebiliyor. Birebirde etkili olmasının yanında, bitiriciliğinin yetersiz olduğunu söylemekte fayda var.
Fenerbahçe'ye gelirse başarılı olacağından hiçbir şüphem yok. Ancak, Semih ile beraber oynaması performansını ikiye katlayacaktır. Semih'in bitiriciliği, Gyan'ın pasör olarak görev alabilmesi takım oyununa büyük fayda sağlayacaktır.
Category:
Dünya Futbolu
0
yorum
Zirveye Oynayanlar: Diego Armando Maradona..!
Surrealist Adam
Arjantin'in fakir mahallelerinden birinde dünyaya geldi. Her arjantinli genç futbolcu gibi Boca Juniors'ta forma giymek hayallerini süslüyordu. 11 yaşındayken Argentinos Juniors altyapısına seçildi. Buradaki yeteneğinin farkedilmesi uzun sürmedi ve henüz 15 yaşındayken, a takım ile profesyonel olarak maça çıktı. 1976-1981 yılları arasında formasını giydiği Argentinos Juniors'ta 167 maçta 115 gol attı. Buradaki performansıyla 1979 ve 1980 yıllarında ''Güney Afrika Yılın En İyi Futbolcusu'' ödülüne layık görülmüştür. 1981 yılında hayallerini kurduğu takım, Boca Juniors'a transfer oldu. Hayallerinin takımında yalnızca bir sezon kalabilse de 40 maçta 28 gol atarak büyük bir başarıya imza atmış ve kulübün efsaneleri arasına girmiştir.Arjantin'in ekonomik olarak sıkıntı yaşadığı yıllarda, kulüp maradona'nın maaşını karşılamakta güçlük çekmiş ve ayrılmasına izin vermişti.. Fc barcelona 5 milyon sterlin karşılığında kendisini kadrosuna kattı. Barcelona'ya katılmadan önce bir işi daha vardı; 1982 ispanya dünya kupası... Maradona'nın takımı favoriler arasındadır. Turnuvaya iyi bir başlangıç yapsa da İspanya karşısında oyundan atılmış ve belki de ispanya'da büyük başarılara imza atacağının sözünü vermiştir. Önceki turnuvanın şampiyonu Arjantin, turnuvaya çeyrek finalde veda etmiştir.
Barcelona'ya büyük umutlarla gelmişti. Fakat takımı ne zaman şampiyonluk virajına girse başına bir iş geldi. Önce Hepatit virüsü, daha sonra Andoni Goikoetxea'nın müdahalesiyle kırılan bileği Barcelona'da başarılar elde etmesine engel oldu. Performansıyla izleyenleri büyüleyen Maradona 2 sezon kaldığı Barcelona'da sakatlıklarla boğuşmasına rağmen 36 maçta 22 gol kaydetti. Dönemin kulüp başkanı Josep lluís Núñez ile aralarında yaşanan uyuşmazlıklar nedeniyle kulüpten ayrılmak isteyordu ve 6.9 milyon sterlin karşılığında Napoli'ye transfer oldu.
Napoli küçük bir şehir. Maradona'nın değimiyle ''futbol için yaratılmış'''tı. Maradona'nın takımlarına büyük fayda sağlayacağına inanan Napoli taraftarları bu görüşlerinde yanılmazlar. 1986 Meksika Dünya Kupası kariyeri için adeta büyük bir sıçrayış olacaktı. Özellikle Çeyrek Final'de İngiltere ağlarına bıraktığı golü elle atması dünya futboluna damga vurmuştur. Kendisi bu gol için ''Tanrı'nın Eli'' demiş ve dünya futbol efsaneleri arasına girmiştir. Aynı sezon ''Dünya'da Yılın En İyi Futbolcusu'', ''Altın Top'', ''Altın Ayakkabı'' ödüllerine layık görüldü. 1986-1987 ve 1989-1990 sezonlarında takımın şampiyon olmasında büyük payı olan Maradona, taraftarlarca ve kulüp genelince ''efsane'' olarak görülmüştür. 1987-1988 ve 1988-1989 sezonlarında takım ligi 2. bitirmesine rağmen taraftar bazında halâ otoritesi sarsılmamış tek futbolcudur. 1987'de İtalya Kupası'nı, 1989 Uefa Kupası'nı ve 1990 ise İtalya Süper Kupası'nı kaldırmıştır. 1989 yılında ise İtalya Kupası 2.'liği elde etmiştir. 1987-1988 sezonunda ''İtalya Seria A Gol Kralı'' ödülü almıştır.
1990 Dünya Kupası'nda bir önceki turnuvanın şampiyonu olarak katıldığı Arjantin ile başarısız bir sonuç elde etmişti. O sezon Napoli ile ''Bronz Top'' ödülü kazandı. İtalya'da harika başlayan kariyeri, bazı skandallarla zedelenmişti. Bu süre zarfında, kişisel sorunları futbolunun önüne geçti. Kokain kullanmaya ve kumar oynamaya başlayan Maradona'ya kulüp tarafından 70.000 dolar para cezası gelir. Bu süreçte gayri meşru bir çocuğu olur ve İtalya'nın Napoli bölgesinde varlık gösteren Camorra mafyasıyla iş birliği yapmaya başlar. Kokain testinden pozitif sonuç çıkmasıyla 15 ay futboldan uzak kalma cezası alır. Bu utançla Napoli'de daha fazla kalmak istemeyen Maradona 1992 yılında İspanyol takımı Sevilla ile anlaşır.
Futbola uzak kaldığı 2 yıldan sonra çıktığı Sevilla formasıyla 26 maça çıkmış ve 5 gol atmıştır. 1993 yılında Newell's Old Boys takımıyla anlaşan Maradona takımda çok az forma şansı bulmuş ve kariyerindeki en kötü tecrübelerden birini tatmıştı. Bu başarısız denemeden sonra 1995 yılından 1997 yılına kadar Boca Juniors forması giyen Maradona 30 maça çıkar ve 7 gol atar. Artık 37 yaşına gelmiş ve futboldan kopma zamanı gelmiştir. Geriye baktığında ise başarılar ve skandallarla bıraktığı bir kariyeri vardır. Ama o daima en iyi olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Barcelona'ya büyük umutlarla gelmişti. Fakat takımı ne zaman şampiyonluk virajına girse başına bir iş geldi. Önce Hepatit virüsü, daha sonra Andoni Goikoetxea'nın müdahalesiyle kırılan bileği Barcelona'da başarılar elde etmesine engel oldu. Performansıyla izleyenleri büyüleyen Maradona 2 sezon kaldığı Barcelona'da sakatlıklarla boğuşmasına rağmen 36 maçta 22 gol kaydetti. Dönemin kulüp başkanı Josep lluís Núñez ile aralarında yaşanan uyuşmazlıklar nedeniyle kulüpten ayrılmak isteyordu ve 6.9 milyon sterlin karşılığında Napoli'ye transfer oldu.
Napoli küçük bir şehir. Maradona'nın değimiyle ''futbol için yaratılmış'''tı. Maradona'nın takımlarına büyük fayda sağlayacağına inanan Napoli taraftarları bu görüşlerinde yanılmazlar. 1986 Meksika Dünya Kupası kariyeri için adeta büyük bir sıçrayış olacaktı. Özellikle Çeyrek Final'de İngiltere ağlarına bıraktığı golü elle atması dünya futboluna damga vurmuştur. Kendisi bu gol için ''Tanrı'nın Eli'' demiş ve dünya futbol efsaneleri arasına girmiştir. Aynı sezon ''Dünya'da Yılın En İyi Futbolcusu'', ''Altın Top'', ''Altın Ayakkabı'' ödüllerine layık görüldü. 1986-1987 ve 1989-1990 sezonlarında takımın şampiyon olmasında büyük payı olan Maradona, taraftarlarca ve kulüp genelince ''efsane'' olarak görülmüştür. 1987-1988 ve 1988-1989 sezonlarında takım ligi 2. bitirmesine rağmen taraftar bazında halâ otoritesi sarsılmamış tek futbolcudur. 1987'de İtalya Kupası'nı, 1989 Uefa Kupası'nı ve 1990 ise İtalya Süper Kupası'nı kaldırmıştır. 1989 yılında ise İtalya Kupası 2.'liği elde etmiştir. 1987-1988 sezonunda ''İtalya Seria A Gol Kralı'' ödülü almıştır.
1990 Dünya Kupası'nda bir önceki turnuvanın şampiyonu olarak katıldığı Arjantin ile başarısız bir sonuç elde etmişti. O sezon Napoli ile ''Bronz Top'' ödülü kazandı. İtalya'da harika başlayan kariyeri, bazı skandallarla zedelenmişti. Bu süre zarfında, kişisel sorunları futbolunun önüne geçti. Kokain kullanmaya ve kumar oynamaya başlayan Maradona'ya kulüp tarafından 70.000 dolar para cezası gelir. Bu süreçte gayri meşru bir çocuğu olur ve İtalya'nın Napoli bölgesinde varlık gösteren Camorra mafyasıyla iş birliği yapmaya başlar. Kokain testinden pozitif sonuç çıkmasıyla 15 ay futboldan uzak kalma cezası alır. Bu utançla Napoli'de daha fazla kalmak istemeyen Maradona 1992 yılında İspanyol takımı Sevilla ile anlaşır.
Futbola uzak kaldığı 2 yıldan sonra çıktığı Sevilla formasıyla 26 maça çıkmış ve 5 gol atmıştır. 1993 yılında Newell's Old Boys takımıyla anlaşan Maradona takımda çok az forma şansı bulmuş ve kariyerindeki en kötü tecrübelerden birini tatmıştı. Bu başarısız denemeden sonra 1995 yılından 1997 yılına kadar Boca Juniors forması giyen Maradona 30 maça çıkar ve 7 gol atar. Artık 37 yaşına gelmiş ve futboldan kopma zamanı gelmiştir. Geriye baktığında ise başarılar ve skandallarla bıraktığı bir kariyeri vardır. Ama o daima en iyi olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)